10 Mayıs 2007 Perşembe

Sevgili Bilge;

"Sevgili bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş
olsaydım. ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve
birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve
şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan
olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. sana, durup dururken yazmak zorunda
kalmasaydım. bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.
insanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde
bırakmasaydım. kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine
düşmeseydim. bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp
sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş
olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış
olsaydım. sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi bilge, aklını başına topla.
ben iyi değilim bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor
diyebilseydim. gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. hiç olmazsa
arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimde geri dönmek istiyorum, ya da
dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. kendime, söyleyecek söz
bırakmadım. kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. aslına bakılırsa, bu sözleri
kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir
şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. sen, aşk ve her şeyin olduğu
günlerde böyle kararlar alınamazdı. yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu
kararlar. şimdi her satırı, bu satırı da neden yazdım? diyerek öfkeyle bir
öncekine ekliyorum. aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görüşle ayakta
tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. çünkü başka türlü bir
davranışım, benimle küçük de olsa bir ilişki kurmuş, benimle az da olsa
ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. oysa, sevgili bilge, aziz varlığımı
artık ara sıra kaybettiğim oluyor. fakat yaralı aklım, henüz gidecek bir ülke
bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. biliyorum ki, bu akıl beni bütünüyle
terkedinceye kadar gidipgelenazizvarlık masalınakimse inanmayacaktır. bazı
insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak
durumundadır. bu bir çeşit alın yazısıdır. bu alın yazısıda başkaları
tarafından okunamazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu
da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. bir alın yazısı da ölümün
anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı
müelliflere göre bu durum daha acıklıdır.

ben ölmek istemiyorum. yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum.
bu nedenle,sevgili bilge, mutlak bir yalnızlığı mahkum edildim. (insanların
kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. durup dururken insanlara
saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim.) hiç kimseyi
görmüyorum. albay da artık benden çekiniyor. ona bağırıyorum. (bütün bunları
yazarken hissediyorum ki, bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. fakat
bunlar yazı, sevgili bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor.)

geçen sabah erkenden albayıma gittim. bugün sabahtan akşama kadar
radyo dinleyeceğiz, dedim. bir süre sonra sıkıldı. (insandır elbette
sıkılacak. benim gibi bir canavar değil ki.) bunun üzerine onu zayıf
bulduğumu, benimle birlikte bulunmaya hakkı olmadığını yüzüne bağırdım. (ben
yalnız kalmalıyım. başka çarem yok.) bazen nurhayat hanıma gidiyorum;
karşılıklı susarak oturuyoruz. konuşmamak ne iyi, bir bilsen. insan elbette
konuşmak istiyor; dert yanmak, haklı çıkmak istiyor. fakat kelimeleri insana
ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor. kendinden nefret ediyor. dul kadın
iyi: bana kahve pişiriyor, sigaramı yakıyor. onun yanında biraz huzura
kavuşuyorum. pilleri, kutusundan büyük bir radyosu var; onu dinliyoruz.
nurhayat hanım sıkılmıyor. bazen dul kadının evinde, bir iki söz ettiğim
oluyor: kendi kendime konuşur gibi. nurhayat hanım hiç söze karışmaz; aman
işte biri konuşmaya başladı varlığını ortaya koydu, dur ben de bir şeyler
söyleyeyim kişiliğimi göstereyim gibi küçük çabalamalar içinde değildir dul kadın.
onunla oyunlar dinliyoruz radyodan. yıllardır sesleri değişmeyen, fakat adları
farklı olan oyuncuların piyesleri; aynı heyecanlı titreşimler, aynı yükselip
alçalmalar. sanki yıllardır sürüp giden uzun bir oyunu parça parça oynuyorlar.
kahkahalar atıyorlar - çocukluğumdan beri dinlediğim kahkahalar. aynı kapıları
yıllardır açıp kapıyorlar. aynı güç durumlarda kalıyorlar. yavaş konuş bizi
duyacak diyorlar, siz burada ne arıyorsunuz bakalım diyorlar. ben yalnız
sesleri dinliyorum, anlamlarla ilgili değilim.kuş sesi dinleyerek huzur
duyanlar varmış; onlar gibiyim. haberleri de, belli konular üzerindeki
konuşmaları da, tartışmaları, açık oturumları, reklamları da, özel programları
da aynı şekilde dinliyorum. her kuşun kendine özgü bir sesi var: sözleri
dinlemeden hangi program olduğunu biliyorum bu yüzden.

dul kadının inanılmaz bir hoşgörüsü var: her çeşit müziği dinliyoruz
üstüste. bizim dilimizden şarkılar da var galiba: çünkü sözlerini anlar gibi
olyorum. dul kadınla ben, senin anlayacağın, soyut bir durumdayız; daha
doğrusu her şeyin özüyle ilgileniyoruz: meyvaların yalnız suyunu içiyoruz.
birer sigara yakalım mı nurhayat hanım? diyorum. yakalım hikmet bey, diyor.
son günlerde bana 'bey' diyen bir dul kadın kaldı. görüyorsun ben de kaçamak
yapıyorum: yalnızlığı dul kadınla aldatıyorum. ne yapayım? beni olduğum gibi
kabul ediyor. sen,yalnız iyi programlarımı dinlemek istedin. alaturka çaldığım
zaman düğmemi kapatmak istedin. belki gerçek canavar ben değilim."

Hiç yorum yok:

 Hiçbir şey istemiyorum. Münir Nurettin Selçuk istiyorum: Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın. Hedda Gabler’in en sevdiği şarkı bu. Hiç ...