2 Ekim 2018 Salı

Herkes bir ize bir resme ,başkasının bir haline aldandı.Asıl tehlike zaten kötü olan ve bilinebilir kötüler değildir ki ,kanmak asıl ,iyiye ve başka zannedilene kanmadır. Beni bir gören olsa o halimle kuru toprak üstünde , hiç yanıma gelmese de bana bakıp sonra başkalarına ve kendine söyleyeceği bir yalana sahip olacak ."Ben gördüm var" diyecek.Beni bir başka resme başka bir aldanışın resmine benzetecek.Onu da bir başkasına benzetip sonraya işte buydu diye bırakmıştı...

28 Haziran 2018 Perşembe



Yangında ilk kurtarılacak, kelimelerdir. Kelimelerimiz yanıp kül olduğunda başlar tükeniş. Aşk, susmayı seçmekle biter. Kavga varsa kelimeler var, yani ümit vardır. Bu yüzden değil mi, bazen on tedavi seansında bulamadığımız dermanı bir şarkının sözlerinden, bir şiirden çekip çıkarmamız.

27 Haziran 2018 Çarşamba

- “Gözünden damlayamayan gözyaşın olayım.”

Bir ayrılığın hüznü şu yakarıştan daha güzel nasıl yansıtılır bilemiyorum.

N’olur bırakma beni, daima sende ve seninle kalayım demenin en zarif biçimi.

N’olur ağlama ey sevgili, demenin... ağlama ki akmayayım, gitmeyeyim, ağlama ki deryanın kendisiyken onun bir parçası, bir damlası, bir “damla parçası” olmayayım diye yalvarıp yakarmanın...

Ezgi hiç kuşkusuz ki sürecin daha öncesine atıfla başlar:

- “Boğazında düğümlenen hıçkırık olayım.”

Olayım ki sende kalayım, düğümleneyim ki kopamayayım.

Birine, bir şeye, bir bütüne ilişik olma duygusunun sonu dramatik değil, daima trajiktir çünkü.

Kopuş ve ayrılış, firak ve hicran, ve ardından bir damlanın kendisinden koptuğu ummâna o ürkek yakarışı:

- “Unutma beni, unutama beni.”


* * *


Ayrılmak başka, ayrı düşmek başka; ilkinde ayrılanların istenci rol oynar, diğerinde ayıranların.

Tanrı bile hep anılmak, hatırlanmak, unutulmamak ister, “anın beni ki ben de sizi anayım” der, her şeyi bağışlar ama unutanları, terkedenleri bağışlamaz, üstelik onları hemen unutulmakla/terkedilmekle tehdit eder.

Oysa ayrılmak, sanma ki iki taraflı bir edim, değil; ayrılık aksine hep bir tarafın ayrılığıdır, daima birinin ayrılığı. Bu yüzden de her ayrılık öyküsü, gerçekte bir terk etme, bir terk olunma öyküsü.

- “Ben nasıl ki unutmadım, sen de unutma beni, unutama beni.”

Farkında mısın, belki o narin yüreğin incinir korkusuyla seçenekleri çoğaltıyorum ey talib, yoksa terkeden âşık mı görülmüşür bu âlemde? Biliyorum, çok insafsızca, ve fakat hakikat böyle: her defasında, terk ederkenbile, terk olunuruz, terk ediliriz de bir türlü kabullenemeyiz. Oysa ne tuhaf,  bizler inadına, terk olundukça gelişip olgunlaşırız; ayrıldıkça, yırtıldıkça, koptukça büyürüz; ama sırf ayrılığın acısına dayanmak için, sadece ama sadece acıya direnmek için... kendimizi büyütürüz.


* * *


Fiziksel mesafeler kimin umurunda, gerçek mesafeler daima ruhsaldır. Unutmak da istemeyiz bu yüzden, unutulmak da; daima hatırlamak ve hatırlanmak isteriz. N’apalım elimizde değil, sevgilinin yaşamından ayrılsak bile gönlünden ayrılmamayı isteriz.

Tam da burada hayal ile hafıza sözcükleri eşleşir, ve o uçsuz bucaksız insan gönlü tüm aşkların yegâne sahnesi haline gelir; tüm aşkların ve tüm ayrılıkların, yani firak ve hicranın her türlüsünün.

İlkin ana rahminden ayrılırız, sonra memeden, sonra gözlerden ırak düşüp evden ayrılırız, yuvadan, sonra okuldan, en son yaşamdan. Bu süreçte hatırlayabilmek için hatırlanırız, geçmişin sesini hep yanımızda duyumsarız, öyle ki “... sevişirken, öpüşürken, yapayalnız dolaşırken, unutmaya çalışırken ...” nedense içimizde bir yerlerde daima aynı seslenişin yankılanıp durduğunu farkederiz:

- “Unutma beni, unutama beni.”

Aşk sefili olmamanı öğütleyenlere aldırma ey talib, aşk bizatihi sefalettir, bir yoksunluk çınarıdır, heybetten gayrı yemişi de olmaz bu yüzden, sureti de. Firakta değil vuslatta dahi olmaz, çünkü asla itminan bulmaz aşk, hiçbir miktarla yetinmez, yetinemez, bir türlü doymak bilmez. Ezeli açlığın adıdır aşk. Kurbiyete ve yakınlığa düşkünlüktür, şaşma sakın, bu nedenle yüceltilmekten çok kınanmaya layık olanın sıfatıdır.


* * *


Hani sevgili?

Nerede bekliyor?

Bilmiyorum.

Ben hiç aşık olmuş muydum?

Adını, suretini, çehresini anımsamadığım bir yârin peşinden hiç koşmuş muydum bilmiyorum.

Niçin bu-ara-dayım?

Niçin kendimi bu denli huzursuz, bu denli yitik duyumsuyorum?

Niçin ilerledikçe önüme değil ardıma bakıyorum?
Kimi arıyorum?

Arayan mıyım, aranan mı, inan bilmiyorum.

Geçmişimi bir türlü anımsayamıyorum.

Yanıtlardan vazgeçtim, bazen sorularımı bile unutmaktan korkuyorum.

Korkuyorum, çünkü ne zaman gözlerimi kapasam, düşlerimde kendimi hep boşlukta süzülen bir gözyaşı damlası olarak görüyorum.

Anlamıyor musun ey talib, ben bile kendimi unutmuşum, bari sen unutma beni!

Lütfen, unutama beni.

26 Haziran 2018 Salı

"Herkes, Yusuf’un yırtılmış gömleğine bakıyor.
Kimse, Züleyha’nın paramparça olmuş kalbine bakmıyor…"

Aşkı taşıyan her kalbin muhkem olduğunu zannediyordum oysa. Meğer aşk, indiği kalbi ihya ediyordu ya, ihya edemezse yok ediyordu. Kazasız belasız kurtulmanın imkânı yoktu.
                                                                                                     Nazan Bekiroğlu…
Söyleyin yağmura,
Beni görmeye gelsin…
                               İbrahim Tenekeci
Oysa ne çok isterdim bahçemdeki ağacı bir akşam yemeğine eve davet etmeyi
Derviş, bir kucak elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rast gelmiş bozkır sıcağında. Yorgunluktan al almış kızın yanakları.
"Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?" diye sormuş.
Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız.
"Sevdiğim çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum."
"Kaç tane?" diye soruvermiş derviş.
Kız şaşkın;
"İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?"
Usulca kırmış elindeki tesbihi derviş…
                                               İskender Pala

25 Nisan 2018 Çarşamba

Ey Sevgili

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Uzatma dünya sürgünümü benim Güneşi bahardan koparıp Bir tuz bulutu gibi Savuran yüreğime Ah uzatma dünya sürgünümü benim Nice yorulduğum ayakabılarımdan degil Ayaklarımdan belli Lambalar eğri Aynalar akrep meleği Zaman çarpılmış atın son hayali Ev miras değil mirasın hayaleti Ey gönlümün doğurduğu Büyüttüğü emzirdiği Kuş tüyünden Ve kuş sütünden Geceler ve gündüzlerde İnsanlığa anıt gibi yükselttiği Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Bütün şiirlerde söylediğim sensin Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkis'ın Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini Deniz gözlerinden alir sonsuzluğun haberini Ey gönüllerin en yumuşağı en derini Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Yıllar geçti sapan ölümsüz iz bıraktı toprakta Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında Çatı katlarında bodrum katlarında Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba Hep Kanlıca'da Emirgan'da Kandilli'nin kurşuni şafaklarında Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Ey çagdas Kudüs (Meryem) Ey şiirini gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha) Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında Köle gibi satıldım pazarlar pazarında Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında Ölüm düsüncesinin beni sardığı şu anda Verilmemiş hesapların korkusuyla Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünüm benim Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır Aşk celladından ne çikar madem ki yar vardır Yoktanda vardan da ötede bir Var vardır Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır Gögsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır Sevgili En sevgili Ey sevgili Sezai Karakoç

24 Nisan 2018 Salı

halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
İsmet Özel

19 Nisan 2018 Perşembe

1
Mektupsuz koma beni.
Bir daha, bir daha yaz adını mektubun sonuna.
Bana güler yüzünü gönder.
Yenidoğan’ı anlat.
2
Günün hangi saatte battığını görememiştik,
tepelerin arasındaydık çünkü,
sen evlere bakıyordun,
yüzündeki o çocuksu cesareti inceliyordum ben.
Evler dağları sırtlanmıştı
korumak için kendilerini çaresizlikten,
ocaklar yeryüzünün çamurunu yakıyordu.
Klarnetçiler, matbaa işçileri, bakkal karıları dolaşıyordu
günün battığı saatten sonra sokaklarda.
3
Saçlarının her teli bir dinamit fitilidir
yokuşları çıkıp yorgunluğa bıraktığın an gövdeni.
4
Mektupsuz koma beni,
denizi deniz yapan sensin,
ormanı orman yapan sensin,
sensin tezgâhta kan dokuyan,
gözlerinde serçeler yanan,
bir aşktan bir dünya kuran sensin.
Samanyoluna karışır gün ortasında attığın çığlık,
hafta sonlarında yaktığın ağıt,
tabutların ardında yürüdüğün yol,
koparıp yüzüne attığın başak.
Mektupsuz koma beni,
yılların sana öğrettiğini sen bana öğret,
parmaklarının gölgesini gönder.
5
Sevgilim, sevgili dostum,
yaşamayı pekiştiren bir çelik çivi olacak
Yenidoğan’ın acısındaki maya.
Sen o mayadaki umudu gördün.
Yaslar donanmış babaların pencere önlerinde
çocuklarına saksı sulattıklarını gördün.
Damarlarını fabrikalarda bırakan kızların
nişanlılarında yeni bir yürek bulduklarını gördün.
Nasırların yanıbaşında tarlalar gördün.
Kopan derilerin altında gökyüzü gördün.
Gördün her şeyi,
topladın her şeyi,
acına renk katıldı çeyiz sandığında.
Gülüne dipdiri bir sap takıldı.
6
Mektupsuz koma beni.
Aşkını uzun uzun anlat, utanma anlatmaktan,
senin elin benim elimi tutsun,
birlikte sıçratsın ayaklarımız
Yenidoğan’ın çamurunu,
aynı duvar halısına işlensin ceylanlarımız.
Dostum benim, yokuşlu yolum, düzgün ovam,
günün hangi saatte battığını görememiştik seninle,
tepelerin arasındaydık çünkü,
üstümüze keder çiseliyordu çünkü,
saçak altlarına sığınıyordu çocuklar,
her evin eşiğinde sessizlik vardı.
O sessizliğin marşını öğret bana,
gizli bir pınar gibi toprak altında akan
ama bütün kıtaları dolaşan marşı.
Ülkü Tamer

4 Nisan 2018 Çarşamba

Aşkın mutlulukla ya da mutsuzlukla bir ilişkisi yoktur.Aşk ,aşktır.Varsa da gelip geçici bir haldir bu ,kendi varlığı gibi.Zamanın size gülümsemesidir aşk.Tadının çıkarılması ,keyfinin sürülmesi ,ardından yasının tutulması neyinize yetmiyor ?

22 Mart 2018 Perşembe

9 Mart 2018 Cuma

"Hiçbir zaman, hiçbir an kendimi unutup, nasıl göründüğümü yok sayamadığımı, geri çekilip çekilip kendime bakmaktan, gördüğümü beğenmeyip ona hayalimdeki şekli vermeye çalışmaktan önümdekini hep ıskaladığımı görüyorum şimdi. "peki şimdini görüyor musun?" diye sormayın, onun da var en az bir on beş senesi. insanın ömrü herhalde bu yüzden uzun, bir halt ettiğinden değil, ne halt olduğunu on-on beş senede bir anlamasından..."
Zamanın Farkında

 Hiçbir şey istemiyorum. Münir Nurettin Selçuk istiyorum: Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın. Hedda Gabler’in en sevdiği şarkı bu. Hiç ...