11 Ekim 2008 Cumartesi

“Duygular adım adım, taksit taksit açıklanır, böylece karşılık görmek garanti altına alınır.”
“Beklenmedik şeylerden korkarız. Delilerin, beklenmedik şeyler yapmaları beklenir. Bizler ise, beklenmedik şeyler karşısında ne yapacağımızı bilemeyiz. Tüm mesleki, toplumsal ve cinsel ilişkilerimizde, her şeyi önceden bilmek ve denetlemekten hoşlanırız. Gerçekten denetleyemediğimiz tek şey olan düşlerimizi de ya unutur ya da bastırırız... Denetleme gereksinimi hepimizin içindeki totalitarizmin belirtisidir tabii. Tümüyle özgür, yapılandırılmamış durumlar bizi rahatsız eder. Tıpkı sessizlik gibi. Delilerle birlikte olmak da böyledir. Önceden üzerinde anlaşmaya varılmış kurallar yoktur. Kendiliğinden ortaya çıkan davranışlar olabilir yalnızca.”

Cehenneme Övgü


''Yaşamın anlamı gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur.”

8 Ekim 2008 Çarşamba

“…üç yanı denizlerle çevrili olan ülkemizin…” “İki buçuk yanıdır, oğlum Salim.” Salim iki numara traşlı kocaman başını kaldırdı: “O ne demek oluyor Hikmet amca?” “Güney sınırlarının yarısı karadır da ondan.” “Yapma Hikmet amca öğretmen kızar böyle şeylere.” “kızmaz oğlum gerçeklere kızılmaz.”

7 Ekim 2008 Salı

''..Hikmet kapıya doğru yürüdü..
'' -Nereye gidiyorsun gene oğlum? dedi albay.
getirecek kimse kaldı mı?,,
''sembolik olsun diye,bakkal Rıza'dan gazoz getirmeye gidiyorum albayım.Merak etmeyin,ben de içeceğim sizinle birlikte.Ben ,çadırın kapısındaki göstericiyim albayım.,,
"Oyunlar … gerçeğin en güzel yorumlarıdır. Bizim gerçek dediğimiz şey de, bazı güçlükler yüzünden iyi oynanamayan oyunlardır."
''İyi bir öğrenci değildim. Hepiniz dünya çapındaydınız. Devler savaşı yapıyordunuz. Herkesin gözüne bakmak zorunda olduğumu sanıyordum. Savaş bitsin istiyordum; fakat anlaşmaya hiç niyetiniz yoktu. Sizleri izlemekten yorulmuştum. Acaba şimdi ne yapacak? Bu söze kızdı mı? düşünür dururdum. Sonra kendimi teselli ederdim: Onlar kendi başlarının çaresine bakarlar. oyunlarınızı heyecanla seyreden saf bir seyirci gibiydim. "

3 Ekim 2008 Cuma

Küçük oyunlar istemiyorum albayım.
"Canım, bugün üzgün görünüyorsun," demek istemiyorum.
Hüsamettin Bey sözü değiştirmek istedi: "Şimdi bırakalım bunları. Hanım kızımızdan ne haber?"Hikmet biraz sıkıldı: "Birbirimizi seviyoruz albayım.""Allah belanı vermesin," dedi Hüsamettin Bey. "Onunla da mı böyle konuşuyorsun?""Her zaman değil albayım. Siz yabancı değilsiniz; bazı duygulu anlar geçirdiğimizi itiraf edebilirim size. Fakat göz göze gelerek el ele tutuşmak da tehlikeli oluyor. Bu yaştan sonra deli derler insana: Çocuklar peşimize takılır sonra.""Sen adam olmayacaksın" dedi albay. "Ben de Bilge'ye her zaman bu sözünüzü tekrar ediyorum albayım; fazla ümide kapılmasın diye.Gönlünün rüzgarına kapılıp gitmesini istemiyorum.Artık bizim gibi emeklilere yakışmaz albayım böyle şeyler. Aslında bu yaştan sonra insan, bizim gibi, dünya ile ilişiğini kesip kendini tarih ve tiyatroya vermeli.İhtiyar damarlarımdaki yorgun kan, bu aşka isyan ediyor albayım, her an nefes nefes yaşamaya bünyem dayanmıyor.""Saçmalama," dedi Hüsamettin Albay."Bu sözünüzü de hep söylüyorum ona. Uzaktan size çok hayran. İnşallah bir gun getirip elinizi öptüreceğim."Sonra birden kızdı: "Sevgilisi olan bir arkadaş kadar çekilmez yaratık yoktur. Hep bir esrar havası yaratırlar değil mi ?'Senden çok bahsediyoruz' derler Allah belamı versin benim!'İlerde inşallah tanıştırırrım ikinizi. Seni çok merak ediyor.'Ben belamı buldum albayım' İnsan bir de sevgilisi yüzünden kendini birşey sanıyor. BAZI İNSANLARIN, BAZI ŞEYLERE HİÇ HAKLARI YOKTU; NE VAR Kİ, İNSANLAR DA EN ÇOK, BU HİÇ HAKLARI OLMAYAN ŞEYLERİ YAPIYORLARDI.
Birlikte mısralar düşürüyoruz
ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarındaAfrika dahil
tutar ellerinden kaldırırsın,
adı kötüye çıkmış tüm sözcükleri...

30 Eylül 2008 Salı


Derin bir ah çektin içim yandı

Kıyamaz gözüm gözlerine

Rüyalarımdan gelip geçersin

Varamaz elim ellerine

Tren yolunda raylar uzar

Uzarda nereye gider

Ay’a gider, suya gider ,yola gider, yar gider

Benimde basıma gelenler adamı kanser eder

Derin ah çektin içim yandı

Dayanmaz gönlüm hasretine

Arzularımdan gelip geçersin

Yaslanmaz basım dizlerine

Gurbet olunca yollar uzar

Uzarda nere gider

Daga gider, tasa gider, aska gider, yar gider

Benimde basıma gelenler adamı kanser eder

Derin bir ah çektin içim yandı

Yetismez ömrüm gençligine

Son nefesimden gelip geçersin

Yagmaz gözüm ellerine

Daragacında ipler uzar

Uzarda nere gider

Cana gider, kana gider, sona gider, yar gider

Benimde basma gelenler adam kanser eder

29 Eylül 2008 Pazartesi

Batan bu köhne şilep

garson masa iyi manzarayı değiştir
sırası mı mehtabın yıldız yağmurunun
bu gece yalnızım onlar gelmeyecek
sapa bir yerindeyim umutsuzluğumun
hava soğuk olmalı ağaçlar bütün duman
eğer bulabilirsen ölü bir kar getir
beyazlığı kalın bir su gibi uzayan
bu gece yalnızım onlar gelmeyecek
batan bu köhne şilebde ne işleri var
çünkü battım kasa boş ne para ne çek
çünkü bütün telefonlar ısrarla alacaklı
bu gece yalnızım onlar gelmeyecek
hani o sarışın kirpikleri saçaklı
yanağını viski bardağıyla serinleten
sonra nilay hani kafayı buldu mu ağlar
cam yeşili yasemin cıgara dumanı nursen
batan bu köhne şilebde ne işleri var
garson masa iyi manzarayı değiştir
büyük şimşek çakmalı gök gürültüsü filanş
öyle dalları kıran şakırtılı bir yağmur
köpek havlamaları bulut karanlığından
zehir bulabilir misin çabucak öldürecek
artık arsenik mi olur siyanür mü olur
hangisi olursa olsun hepsi işime yarar
yoksa bir tabanca bul bir avuç mermi getir
bu gece yalnızım onlar gelmeyecek
batan bu köhne şilebde ne işleri var

24 Eylül 2008 Çarşamba

''Eski bir yara izi içinde sızladı, her eğilişinde.İnsanlara. Dünyaya bir daha gelişindeÇocuk ve korkusuz yaşamak ister sürekli.Büyümek, yalnız tutunanlara gerekli.İkinci gelişinde çırılçıplak dolaşacakKelimenin bütün anlamıyla çırılçıplak."


"Yazarların kahramanlarını neden baştan öldürmediğini şimdi anlıyorum albayım," dedi Hikmet. "Oyunun devamı güçleşti, değil mi Hikmet?" diye yorumladı bu sözü Hüsamettin Bey. "O zaman geriye dönmek gerekiyor ki; artık bu teknik de eskidi albayım; üstelik tiyatro seyircisi olayları yeni baştan öğrenmek istemez." Hüsamettin Bey ciddileşti: "Hemen anlaşılmakta iyi değildir; ileriye matuf bir yatırım her zaman faydalıdır." "Ya ilerde de anlaşılmazsa, ya gerçek bir beceriksizlikse?" "Zaten sen bilemeyeceksin bütün bunları. Endişe etme oğlum Hikmet."
Hikmet biraz düşündü. "Oyunun sonunda Mills evlensin Monika ile, albayım," dedi sonunda. "Çünkü, susup beklemesini bilenler kazanır. Schlick'i de savaşta öldürmekten vazgeçelim; zaten eninde sonunda aklını kaybedecektir, bu gerileme daha fazla dayanamaz. Eskiden böyle kocalar, düelloda filan ölürdü; ben buna benzer bir filim görmüştüm. Şimdi kılıcın yerini ruh hastalıkları aldığı için, bu çeşit ölümleri tasvir etmek biraz teknik bilgiyi gerektiriyor. Schlick'in akıl hastanesindeki yaşantısını da anlatalım mı albayım?"
Hüsamettin Bey elini tahtaya vurdu: "Oraya girmiş gibi konuşuyorsun Hikmet."
"Girmesine girerim de albayım, çıkması zor olur diye korkuyorum. Bugünün doktorları, insanın delirdiğini çok kolay kabul ediyorlar da, iyileştiğine inanmakta biraz nazlanıyorlar. Bu akıl hastanesi, turnikeye benziyor albayım; hani tren istasyonlarında var ya."
"Schlick'e fazla ehemmiyet vermiyorsun," diye itirazda bulundu Hüsamettin Albay. "Benim bildiğim, böyle bir girişten sonra piyesin kahramanı Heine olur."
"Piyesin kahramını insanlıktı albayım, geçen gün, Bilge'yle kavgamızdan sonra öldü. İnsanlığın ölümüne ve karısı hakkında duyduğu kuşkuların baskısına dayanamayan Schlick de, bir gün karısını öldürdüğü kuruntusuna kapılarak, en yakın polis karakoluna teslim olur. Onun sözlerinden pek bir şey anlamayan komiser, kendisini bir polis refakatinde, emniyete gönderir. Tarihin sesi söylüyor bunları albayım."
Başkaları gibi yaşamasını bilmeyenler, başkalarını taklit etmeliydi. Onlar da ellerinden geleni yapıyorlardı: Deniz kıyısında bir kahveye oturuyorlar, ah ne kadar güzel! Diyorlardı. Deniz havası bize iyi geldi, diyorlardı. Önlerinden takalar geçiyordu: Ne sıcak renklere boyanmış tekneler! Diyorlardı; o renkle o rengi hangi ressam yanyana getirmeye cesaret edebilir? (Bunları Nursel Hanımdan öğrenmişlerdi.) Sağlam deniz havasını içlerine çekiyorlardı; insanın temiz havaya ihtiyacı var, diyorlardı. (Bunu da Bilge'den öğrenmişlerdi.) Bütün bu temiz havaya rağmen, gece iyi uyuyamıyorlardı.

Seni çok mu yalnız bıraktılar sevgilim



Ben tavan arasındayım sevgilim!" diye bağırdı delikten aşağı doğru. "Eski kitaplar bugünlerde çok para ediyor. Bir bakmak istiyorum onlara." Son sözlerimi duydu mu? "Orası çok karanlıktır; dur, sana bir fener vereyim." İyi. Durgun bir gün. Bütün hayatım boyunca sürekli bir ilgi aradığımı söylerdi birisi bana. Gülümsediğimi gösteren bir ayna olsaydı; biraz da ışık."Bir yerini kırarsın karanlıkta." Delikten yukarı doğru bir el feneri uzandı. Fenerli elin ucundaki ışık, rastgele önemsiz bir köşeyi aydınlattı; bu eli okşadı. El kayboldu. Ne düşünüyor acaba? Gülümsedi: Yine mi düşünüyor?Yıllardır bu tozlu, örümcekli karanlığa çıkmamıştı. Işığı gören bazı böcekler kaçıştılar. Korku; fakat yararlı olacağını düşünmek kuvvetlendirdi onu. Belki de hiçbir şey söylemeden başarmalıydım bu işi. Benden bir karşılık beklemiyor. Ona yardım etmek mi bu? Bilmiyorum, bazen karıştırıyorum; özellikle, başımda uğultular olduğu zamanlar. Onun gibi düşünmeyi bilmek isterdim. Bana belli etmemeye çalışarak izliyor beni. Çekiniyor. Acele etmeliyim öyleyse. Feneri yakın bir yer tuttu; annesiyle babasının resimleri. Aralarında eski bir ayakkabı torbası, kırık birkaç lamba. Neden hiç sevmediler birbirlerini? Ölecekler diye öylesine korkmuştum ki.Torbayı karıştırdı: Tuvaletle gittiğim ilk baloda giymiştim bunları. Her gece biriyle dışarı çıkardım, dans etmek için Aman Allah'ım! Nasıl yapmışım bunu? Ellerinin tozunu elbisenin üstüne sildi. Mor ayakkabılarına baktı: Buruşmuşlar, küflenmişler. Sol ayağına giydi birini: Ölçülerin hiç değişmemiş. Utandı, yine de çıkaramadı ayağından. Topallayarak bir iki adım attı. Sonra resimlere yaklaştı, diz çöktü, yan yana getirdi onları. Dirseğiyle tozlarını sildi biraz. Beni de kendilerini de anlamadılar. Ne kadar ağlamıştım. Aşağıda onlara bir yer bulabilir miyim? Koridorda sandık odasında... Saçmalıyorum. Onları unutmadım, onları unutmadım.Babasının yüzünde gururlu bir somurtkanlık vardı. Aynı duvara asamam onları. Evin düzenini hızla gözünün önünden geçirdi. Yan yana olmak istemezlerdi; mezarda bile. Resimlerden birini aldı; feneri yere bırakmıştı, hangi resmi aldığını bilemedi. Yüksekçe bir yere koydu onu. Biraz telaşlanmıştı; dizini bir tahtaya çarptı. Sendeledi, yere düştü; hafif bir düşüş. Kalkmaya cesaret edemedi; emekleyerek fenerin yanına gitti. Bir torba daha. Boşalttı: Eski fotoğraflar! Amacından uzaklaşıyordu.Bana baskı yaptığını düşünmemeliyim. Yüzüne karşı söylesem bile, içimden geçirmemeliyim bunu. Aceleyle resimleri yere yaydı, el fenerini dolaştırdı tozlu karartılar üzerinde. Başka bir eve çıkmış olabilirdim, bir daha hiç görmeyeceğim birine bırakmış olabilirdim bütün bunları. Resimleri karıştırdı: Ne kadar çok resim çektirmişim ya rabbi! Çoğu da iyi çıkmamış. Gülümsedi: O zamanlar ne kdar uzunmuş etekler! Çirkin bir uzunluk. Duruşlar da gülünç Kim bilir hangi filmden? Arakamı dönüp yürüyormuş gibi yapmışım da birden başımı çevirmişim. Kime bakmışım acaba? Aynı elbiseyle bir resim daha.Yanımda biri var. Resim çok tozlanmıştı. Tozlu da olsa tanıyor insan kendini. Parmağını ıslattı diliyle; tozlar önce çamur oldu, sonra... İlk kocasının gülümseyen yüzünü gördü parmağının ucunda. Aman yarabbi! Bir zamanlar evliydim ben de... sonra yine evliydim. İnsan bir günde varamıyor bir yere, ne yapalım? Nereye? Tanımlayamadığım, bir ad veremediğim duygular yüzünden ne kdar üzülmüştük. Eğildi, bir avuç resim aldı yerden: Bu resim çekilmeden önce, nasıl hiç yoktan bir mesele çıkarmıştım, sonra da yürüyüp gitmiştim. Sonra ne olmuştu? Sonra... Buradasın ya... bu evde. Demek sonra ghiçbir şey olmadı onunla ilgili. Ne kötü, ne de iyi bir şey: demek ki hiçbir şey.Ama bunu hissetmedim; geçişler öyle sezdirmeden oldu ki... Hayır, düşüncelerin karıştı; basit anlamıyla sözlerin... Bununla ne ilgisi var? Fakat ben... ondan kaçarken, nasıl oldu da birden başımı çevirip bu resmi çektirdim. Hep böyle mi durdum resimlerde? Yüksekçe bir yere oturdu, başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladı. Onun da yüzü kim bilir nasıldı? Herhalde ben suçluyum, resim çekilirken değil... belki o sırada haklıydım, muhakkak haklıydım. Çok daha önce... çok daha önce...Bir an önce kitaplara ulaşmak istedi, geriye doğru bu sonsuz yolculuk bitsin istedi. Eski balo ayakkabısını ayağından çıkarmaya çalıştı. Sonra arkası kapalı yumuşak terliklerini bulamadı bir türlü. Sendeleyerek el fenerine doğru yürüdü. İlerdeki köşede olmalıydı kitap sandığı. Fakat orada kitap sandığına benzemeyen karanlık çıkıntılar vardı. Feneri bu garip yığına doğru tuttu. Korkuyla geri çekildi: Biri vardı orda, oturan buir. Feneri alıp bütün gücüyle deliğe kaçmak istedi, kımıldayamadı. Korkusuna rağmen fenerle birlikte, ona yaklaştı. Ne yapmışsa korkusuna rağmen yapmıştı hayatı boyunca. Yoksa çoktan kaybolup gitmişti. Feneri onun yüzüne tuttu:Aman Allah'ım! Eski sevgilisi yatıyordu yerde. Tozlanmış, örümcek bağlamış; tavan arasındaki her şey gibi. Kitap sandığına ver resim tahtalarına örümcek ağlarıyla tutturulmuş eski bir heykel gibi. Sağ kolu bir masanın kenarına dayalı; parmakları kalem tutar gibi aşağı ayrılmış, boşlukta. Dizleri titredi, dişleri birbirine çarptı, ayağının altından kayıp gitti döşeme; kayarken de ayağına çarpan resim masası devrildi. Kol yine boşlukta kaldı: Örümcek ağlarıyla tavana tutturulmuştu. Bu eliyle ne yapmak istedi:? Bir şeyler mi yazmaya çalıştı? Ne yazık, hiçbir zaman bilemeyeceğim. Sol yerdeydi., bir tabanca tutuyordu. Ah! Kendini mi öldürdü yoksa? Olamaz!Bir şey yapsaydı ben bilirdim; her şeyi söylerdi bana. Öyle konuşmuştuk. Beni bırakmazdı yalnız başıma.Sonra hatırladı: Bir gün tavan arasına çıkmıştı eski sevgilisi, şiddetli bir kavgadan sonra. İkisinin de, artık dayanamıyorum, dediği bir gün. Ayrıntıları bulmaya çalıştı: Belki de büyük bir tartışma olmamıştı. Biraz kavgalıydılar galiba. Gülümsedi Bu biraz sözüne kızardı. Onu tavan arasında bırakıp sokağa fırlamıştı. Öleceğini hissediyordu. Peki ama neden? Bilmiyordu; duygunun şiddeti kalmıştı aklında sadece. Sonra 'onu' görmüştü sokakta: Bütün mutsuzluğuna, kendini zayıf hissetmesine, ölmek istemesine rağmen 'onun' gözlerindeki ilgiyi, insanı alıp götüren başkalığı fark etmişti nedense. O gün eve yalnız dönmüştü tabii. Ne kadar daha çok gün eve yalnız döndüm onda sonra da. Şimdi karşımda konuşsaydı. 'Ne kadar dah çok' olur mu? Deseydi. Titreyen dizlerinin üstüne çöktü, el fenerini tutu onun yüzüne: Gözleri açıktı, canlıydı. Bakamadı, başını karanlığa çevirdi.Sonra baktı yine; onu, ölüm kalım meselelerinde yalnız bırakmayan gücünden yararlandı yine. Hiç bozulmamış; geç kalmasaydım böyle olmazdı belki. Üzüldü. Fakat hiç değişmemiş; son gördüğüm gibi, gözleri bile açık. Yalnız, gözlerin bu canlılığında bir başkalık var: Her şeyi bildiği halde duygulanamayan bir ifade. Görünüşüme bakma, içim öldü artık diye korkuturdu beni. İnanmazdım. Öyle şeyler bulup söylerdi ki öldüğü halde. Belki beni izliyor yine. Yerini değiştirdi. Benimle ilgili değilsin diyerek üzerdim onu. Hayır bakmıyor bana. Belki de düşünüyor. Birden konuşmaya başlardı. Bütün bunları ne zaman düşünüyorsun diye sorardım ona.Ne zaman düşündüğünü bir türlü göremiyorum. Hayır, gerçekten ölmedi; çünkü ben yaşayamazdım ölseydi. Bunu biliyordu. Bu kadar yakınımda olduğunu bilmiyordum ama sen bir yerde var olursan yaşayabilirim ancak demiştim. Nasıl olursan ol, var olduğunu bilmek bana yeter demiştim. Bunu kavgadan çok önce söylemiştim asma çalışmamızın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyordu. Sonra onu bir süre görmek istemediğim halde, onun orada olduğunu bildiğim halde, tavan arasına bir türlü çıkamadığım halde onu düşündüğümü, onsuz yaşayamayacağımı biliyordu. Sonra neden aramadım? Bür türlü fırsat olmadı; her an onu düşündüğüm halde hep bir engel çıktı. Aşağıda yeni se4sler, yeni gürültüler duyduğu için inmedi bir süre herhalde. Oysa biliyordu: Aramızda, hiçbir yeni varlığın önemi yoktu; konuşmuştuk bütün bunları. Ben de onun inmesini beklemiş olmalıyım. Beni üzmek için inmediğini düşündüm önceleri. Sonra...Bir türlü olmadı işte. Çıkamadım: Gelenler, gidenler, geçim sıkıntısı, yemek, bulaşık, evin temizliği 'onun' bakımı (çocuk gibiydi, kendisine bakmasını bilmiyordu), babamla annemin ölümü, bir şeyler yapma telaşı, önümde hep yapılması gereken işlerin yığılması. Orada tavan arasında olduğunu unuttum sonunda. (Onu unutmadım tabii). Ne bileyim, daha mutsuz insanlar vardı; onlarla uğraştım. Tavan arasında bu kadar kalacağını da düşünemedim herhalde. Bir yolunu bulup gitmiştir diye düşündüm. Başka nasıl düşünebilirdim? Yaşamam için, onun her an var olması gerekliydi. Başka türlü hissetseydim, ölmüştüm şimdi. Ayrıca, kaç kere tavan arasına çıkmayı içimden geçirdim. Hele kendini öldürdüğünü duysaydım, muhakkak çıkardım. Dargın olduğumuza filan bakmazdım.Duydum mu yoksa? Bir keresinde yukarıda bir gürültü olmuştu galiba, rüzgar bir kapıyı çarptı sanmıştım. Fakat nasıl olur? Onun tavan arasına çıkmasından günlerce sonra duymuştum bu sesi. Ve ben günlerce bir köşeye büzülüp kalmıştım. Hiçbir yere çıkamamıştım. Ateş etmişti demek. Yoksa kalbine...Titreyerek eğildi: Kalbine bakmalıyım. Elbisesinin sol yanı çürümüştü; elinin hafif bir dokunuşuyla dağıldı. İçinden bir sürü hamamböceği çıkarak ortalığa yayıldı. Onun bakımıyla ilgilenmedim, elbiselerini hiç gözden geçirmedim; belki de dikmediğim bir sökükten yemeye başladılar hamamböcekleri onu. Deliği büyüttüler sonunda. Eliyle elbisenin altını yokladı. Neyse iç çamaşırlarından öteye geçememişler.Derisi olduğu gibi duruyor. Teni çok sıcak sayılmaz ama kalbi yerindedir herhalde. Korkarak göğsünün sol yanına dokundu: İşte orada biliyorum. Başka türlü yaşayamazdım çünkü. (Çünkü'yü cümlenin başında söylemeliydim, şimdi kızacak. Evet, her an onun sözlerini düşünerek yaşadım, şimdi acaba ne der diye düşündüm.) Yalnız bu kadarı çürümüş. İyi. Şimdi onu nasıl inandırabilirim bütün bu süreyi onunla birlikte yaşadığıma? Onun unutmuş gibi yaşarken onu düşündüğüme? Anlamaz, görünüşe kapılır, anlamaz. Başkasına rastladığım için, bu yeni ilişkinin her şeyi unutturduğunu düşünür.Oysa her şeyi hatırlıyorum; tavan arasına çıktığı gün bu elbiseyi giydiğini bile. El fenerini ölünün üzerinde dolaştırdı: Örümcek ağlarının gerisinde sesli bir görünüşü var.Yalnız ağların arasından elimi, onun kalbine götürdüğüm yer biraz karanlık. Rüya gibi bir resim. Birlikte hiç resim çektirmemiştik. Bir sürü şey gibi bunu da yapamadık nedense; bir türlü olmadı. Bir koşuşma, durmadan bir şeylerle uğraşma... Neden koşuyorduk, acelemiz neydi? Tavan arasına çıktığı güne kadar, bir şeyin arkasından hep başka bir şey yaptık, hiç durmadık, hiç tekrarlamadık. Sonra köşemde kaldım günlerce; ne yedim ne düşündüm. Sigara içtim durmadan.Evi yaşanmaz bir duruma getirdim sonunda. Bir savaş sonu kargaşalığı sardı her yanı. Düzen içinde yaşamayı bir bakıma sevdiğim halde, dayanılmaz bir pislik ve pasaklılık içinde çırpındım. Belki de böylece kendimi cezalandırmış oldum. Sokağa fırlamak, 'ona' gitmek için, öldürücü bir ümitsizliğe düşmek istedim. Kim bilir? Belki de, kendim için böyle kötü şeyler düşünmemi istersin diye söylüyorum bunları. Fakat senin öleceğini, kendini öldüreceğini hiç düşünmedim. Uzak bir yerde, hiç olmazsa görünüşte sakin bir yaşantı içinde olacağını hayal ettim senin.Işığın altından kaçmaya çabalayan bir hamamböceği takıldı gözüne, kendine geldi. El feneriyle izledi böceği: Çirkin yaratık, yukarı çıkmaya çalışıyordu ağlara takılarak. Böceğin ayakları, elbiseyi parçalar diye korktu. Yıllar geçmişti, küçük bir dokunuşa dayanamazdı, kim bilir? İşte, boynundan yukarı doğru çıkıyor, yanağında biraz sendeledi: Sakalı biraz uzamış da ondan; zaten her gün tıraş olmayı sevmezdi. Yanaktan yukarı çıkan böcek, şakağa doğru gözden kayboldu. El fenerini oraya tutsam mı?Hayır. Korktu; fakat yarı karanlıkta kurşunun deliğini gördü. Titreyerek geri çekildiği sırada, aynı delikten çıktı hamamböceği: Bacaklarının arasında küçük, pürüzlü bir parça taşıyordu. Dehşete kapılarak feneri deliğin içine tuttu: Işınlar, kafatasının iç duvarlarında yansıdı. Eyvah! Böcekler beynini yemişlerdi, en yumuşak tarafını. Belki de hamamböceği son parçayı taşıyordu. Kendini tutamadı: "Seni çok mu yalnız bıraktılar sevgilim?" dedi. Aşağıdan, başka bir deliğin içinden sevgilisinin sesini duydu."Bir şey mi söyledin canım?"Elini telaşla kitap sandığına soktu. "Hiç" diye karşılık verdi aceleyle. "Kendi kendime konuşuyordum."

20 Eylül 2008 Cumartesi


yüzünün yarısı göz kadife yansımalı

bulutlu siyah ah bulutları eflatun

o boy aynasından çıktı fransızın malı

vişne asidi vardı tadında rujunun

ah sinema yıldızı filan olmalı

ağızlığı kristal son derece uzun

bir kibrit çakıldı mı ah yağmurluklu kız

alevinden anlamlı dumanlar üfürüyor

ah çocuk yüzünde gül goncası ağız

saçlarından incecik su tozu dökülüyor

sığınak gibi derin ağaçlar gibi yalnız

karartma başlamış ışıklar örtülüyor

ellerinde ruh gibi ah portakal kokusu

kırkmaları morsalkım göz kapakları saydam

çok vapurun battığı bir liman orospusu

bir hırsla öptüm ki ah ölürüm unutamam

ay ışığında deniz akordeon solosu

pırıl pırıl yaşadım üç dakika tastamam

görkemli çadırında italyan lunaparkın

sanki zeytin düşürür yerlere gözlerini

ah tahtına kurulmuş bol sakallı bir kadın

sutyenler tutmuyor çılgın göğüslerini

kaşları ip incesi kumral kirpikleri kalın

kim görse şaşırır sakalının süslerini

tavana asılmış sosyalist saçlarından

ah sabah sabah omuzları kan içinde

işkence sonrası genç bir kadın militan

yığınlar uğulduyor hummalı gençliğinde

adı bile çıkmamış dudaklarından

doğru yaşadığının sımsıkı bilincinde ...

5 Ağustos 2008 Salı

31 Temmuz 2008 Perşembe

Ya da aklımı başımdan alında Olric'le birlikte mısır satalım cami avlularında.Geceleri yatalım taşlar üstünde,Selim'in şarkılarını başımıza yastık yaparak.Sonra birden Rockefeller'in kızı geliyor ,onyüzbin liraya satın alıyor şarkıları pop music yapıyorlar.Biz yastıksız kalıyoruz.

10 Temmuz 2008 Perşembe

Bu çocuk kitap yüzü açmıyor .Bende açmıyorum canım Selim.Gene de tutunamayanlar üniversitesinden mezun olmayı hayal ediyorum.Orta dereceyle tabii. Diploma töreninde ''onlar marşını ''söylerdik hep bir ağızdan...

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Biz Türkler açık sözlüyüzdür.Kendimizi tutamayız.Birbirimizi ne kadar yeni tanımış olsak da,yarım saat geçmeden içimizi döker ve fakat aşk deriz.

1 Temmuz 2008 Salı

Biz açık sözlü milletiz .Bizi beğenmeyen gitsin İngiliz olsun !
FELSEFEYİ SEVİNİZ FAKAT KOPARMAYINIZ
DEMEKLE ÖZETLİYOR ;BU DÜNYADA YALNIZIZ....

26 Haziran 2008 Perşembe


Lavoisier Kanunu var: Hiçbirşey yok olamaz durup dururken .Kanun adamdan hesap sorar; nereye gitti diye...
Başka kanunlarda var diyorlar.Lavoisier Kanununda toplam ağırlık sabit kalırmış.Peki Selimlik? Onu nasıl tartacaksınız?Neden kimse üzerine almıyor bu güzelliği...O halde haksızsınız....
''Sen efendisin .İcap etmez sana '' dedi.Neden icap etmesin ? İsa da öyle yapmadı mı ?Havarilerinin ayaklarını yıkamadı mı ? Sen kim oluyorsun Turgut İsa'nın yanında.Selim duysaydı bu benzetmeyi, hamiyyetten gözleri yaşarırdı...

5 Haziran 2008 Perşembe

Ben de kötü ihtimalleri düşünmekten hassaslaştım.Fakat sağlığımı da duyarlığıma borçluyum.Çünkü insanın düşünceleri gerçekleşmez.Kötü şeyler düşünürsen kötü şeyler gerçekleşmez.Korktuğun her olaydan, başına gelmesinden ürktüğün her kötü raslantıdan kaçınmak için onu ayrıntılarıyla düşünürsün hemen.Ayrıntılarıyla düşünmek şart.Yoksa bir noktayı bile düşünmeyi unutsan o nokta başına gelir.Yalnız yaşayanlar her şeyi hesaba katmak zorundadır.Başka türlü korunamazlar.Başka türlü yaşayamazlar.Allahım neler düşünüyorum.Düşün oğlum Hikmet .Düşün ki bunlar başına gelmesin ha-ha..İyi şeyleri düşünmekten kaçın sadece.Onlar başına gelsin.Mesele bu kadar basit işte.Daha önce bunu neden akıl edemedim.Peki insan düşüncesini durduramazsa ne olacak?Hiç durmadan kötü olayları düşün ;iyi olayları düşünecek vaktin kalmasın.Bunu da kimseye söyleme,büyüsü bozulur sonra....

3 Haziran 2008 Salı

Öyle sözler ediyorum ki ,ne ağlanır ne gülünür bunlara değil mi ? Bazı zamanlar insanları güldürürdüm .Ne yapalım ?Komedi aktörleri bile sonunda duygulu filmlerde oynamaya özenmiyorlar mı? Ben de kalabalık yerlerde ağlayan sarhoşlara döndüm .İnsan böylelerini görünce meyhane kapısını vurduğu gibi çıkar gider.

Nasıl olsa yine bir gün
Döneriz bu yollardan geri
Senin bir elinde mendil
ötekinde kuş sesleri...

22 Mayıs 2008 Perşembe

''Karım düşündüğü için ev işlerini ben görüyordum albayım.Çok düşünceli kadındı ;durmadan düşünürdü.''Kaldır tabakları tencereleri Nurhayat Hanım :Suları süzülmüştür.Burada hiç olmazsa iş bölümü var ; evliyken o işi de ben yapardım.''Ev işlerini karım görseydi sonumuz böyle olmazdı albayım''.''Saçmalama Hikmet.Bu saçmalarınla kadını da baştan çıkarmışındır''.Hikmet başını salladı.''Bana kalsaydı bugün de aşkımızın mutfağında bulaşık yıkıyordum.''Albay köpürdü.''Bütün bu facia neden meydana geldi o halde ?Kim yarattı bu hazin neticeyi ?''.İçimdeki şeytan ,albayım.Tıpkı sizin....''.Hüsamettin Beye sözünü kesmesi için zaman bıraktı.''Beni karıştırmadan rahat edemezsin.Her meselende mutlaka işin içine birini sokmadan ,kabahatini paylaşmadan duramazsın.Bana kalırsa ,karına hemen dön;altı maddelik muhtıra ver ona.Bir: Artık bulaşıkları yıkamayacağım.İki: Pazar günleri Selim amcanlara gitmeyeceğiz.Üç :Ne kazanırsam onunla iktifa edeceğiz.Göz ucuyla Hikmet'e baktı.''Devam edin albayım ''.Hüsamettin Bey devam etmedi.''O halde ben devam ediyorum...''

19 Mayıs 2008 Pazartesi


Sonu belirsiz bir kavgaya atılıyoruz Olric...Yanımda senden başka kimse yok elle tutulabilen.Öyle bir savaşa giriyorum ki Olric ,bizi İsa bile kurtaramaz....

15 Mayıs 2008 Perşembe

Tabiatı sevdiğimi göstermek için, medeniyetten kaçan insanların görünüsüne bürünebilmek için, bu Allahın belası ıssız yerde bahçeli bir ev tutmustum; fakat bahçeyi otlar sarmıstı. Hiçbir ağaç çiçek filan yetistirememistim buraya geldiğimden beri. İki kiraz ağacı da kurumustu bu arada. Bir saksı bile koymamıstım; ne eve, ne de bahçeye. Gösteristen ibarettim. Bir gün trenle bir gecekondu mahallesinin önünden geçerken, bahçelerin çokluğunu, insanların ağaçlar ve çiçekler yetistirdiğini söyle bir görmüstüm; pencerelerin denizlikleri, saksıların ağırlığından eğilmisti. Dünya, benim gibi insanlarla dolu mahallelerden meydana gelseydi, bir beton çölüne dönerdi. İnsanlığın ve insansızlığın yüz karasıydım. Kendime acımak istedim. Mutlak bir ümitsizliğe düsmek istedim. Belki tam düstükten sonra çıkmak kolay olurdu. Fakat, bütün bu düsündüklerimin, kelimelerden ibaret olduğunu biliyordum.
Pencereye yaklastım, basımı yukarı kaldırarak gökyüzüne baktım. Ay oradaydı. Bildiğim ay. Hayır, ben adam olmazdım. Gerçek bir acı duyduğumdan bile kuskum vardı. Bununla birlikte, bütün gece bunları ve buna benzer seyleri düsündüm; hiç uyumadım
Demek dalgın bir acıma düşüyor payımıza bu Bilge serüveninden. Demek ilkbaharı sevmeye hiçbir acıma engel olamıyor. Demek aslında sekiz numara kaybediyor, demek yarattığı heyecan sadece üçe benzediği içinmiş. Şimdi kimbilir kimlerle dolaşıyorsun üç numara? Ben böyle oyunun...

11 Mayıs 2008 Pazar

Moment adında bir kavram: Ne otobüste çıkar karşınıza ne sinemada. Kimse birbirini öldürmez moment yüzünden. Bizim sınıfta biri vardı: Momente inanmıyorum diye tutturmuştu. Ben nefret ediyorum momentten: Günümü zehir ediyor.

9 Mayıs 2008 Cuma




"her şeyi bilmek için, belki de hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı."

4 Mayıs 2008 Pazar

Beni tanımalısınız ki benden bahsedin, çocuklarınıza beni örnek gösterin, herkes zengin olmak yerine Hikmet olmak istesin, ah bir Hikmet’im olsaydı desin, benim ana çizgilerimi öğrenin, sonra 2000 modeli bir Hikmet-çamurlukları büyük arkası çamurluklu bir Hikmet yaparsınız kendinize göre, kötülüklerimi de unutun, onları ben biliyorum ya yeter, kimseye yararı yok, kötü örnek olamaz, suimisal misal olamaz, bunu sen anlayamazsın ince bel! Sana her şeyi nasıl anlatabilirim?...”
“Çok güzel sözler hazırlamıştım güzelliğinizin karşısında unuttum, hava kararıyor, yalnız kurtlar inlerine dönüyor, fakire bir sadaka, siz inanmazsınız ama önünden geçip gittiğiniz dilenciler günde yüzlerce lira kazanıyor, ülkemizin bütün zenginleri böyle adam oldu, ben merhamet dilencisiyim, kolumda sargılar taşımıyorum, paçavralar içinde gezmiyorum, kimsenin anlamadığı ince metodlarım var, gecekonduda oturuyorum, seviyemin altında yaşıyorum, yüz olabilirken  bir oluyorum, sürümden kazanıyorum''
“Kumar oynayanların konuşmaları, mutfaktan gelen sesler ve tavla gürültüsünün ortasında biraz başı dönüyordu. İnsandan sarhoş oldum diye düşündü. Çoktandır bu kadar insan içmemiştim. İnsanın hayal bile edemeyeceği büyük bir oyunun sarhoşluğu içindeyim. Sonra, bu oyun sözünü unuttu; seslerin akışına kaptırdı kendini.”
Bir de doktor, bizim alaturka ruh hekimleri gibi, hususi sohbetlerinizde bu garip hastanızın sırlarını fıkralar halinde anlatmayacaksınız değil mi?

2 Mayıs 2008 Cuma



Geçsin günler haftalar

Aylar mevsimler yıllar

Zaman sanki bir rüzgar

Ve bir su gibi aksın

Sen gözlerimde bir renk

Kulaklarımda bir ses

Ve içimde bir nefes

Olarak kalacaksın

Ömrüm sensiz geçsede

Aşkın gönlümde kalsın

Gülen gözlerin binbir

Teselli ile baksın

30 Nisan 2008 Çarşamba


Bir kere düzene girdikten sonra kolay.Bardakları, kaşıkları tekrar kuruladı.Bir de krikkrak için tabak.Tepsiye sığacak kadar küçük olmalı.Şekeri herkes istediği kadar koysun.Ben unutkanımdır albayım.Az yüksek sesle neler yapacağımı tekrarlamazsam şaşırırım.Limon.İlk dilim kalsın kesildi.Atalım.Kimse girmesin.Ya bütün dilimler birleştirilirse de bir dilim eksik gelirse.Mutfağı böyle bırakmaya gönlüm razı olmuyor.Ben dememişmiydim albayım.Tekrarlamadığım için unuttum çayı demlemeyi.

27 Nisan 2008 Pazar

...Göğsünde bir sıkışma hissetti. İçine bir hüzün çöktü. Mevsim insanı etkiliyor demek. Başı döndü, bir elektrik direğine tutundu. Yoldan geçenlerin görünüşü iyi. Demek dünyanın durumu iyi. Kusura bakmayın sıkıntım var. Kendimi yaşamak zorundayım. İnsanları ve tabiatı sevmeyen birine saldırmakla daha mı iyi olacaksınız?......

...yatağa uzandı, ülkesini ve çocukları düşündü. Bu ülkede çocuklara yer yok. Başka ülkelerde varmış, her tarafı yeşil ülkelerde. Biz büyük bir sabırsızlıkla çocukların büyümesini bekliyoruz. Onların kafalarına vuruyoruz adam olmaları için. Seniyezitseni olarak görüyoruz onları. Kafalarını traş ediyoruz çabuk büyüsünler diye. Benim içimdeki çocuk büyümedi. ( 23 nisanda onu da bir saatlik başbakan yapsalardı belki büyürdü.) Hayır büyümezdi. Yıllardır taşıyorum içimdeki çocuğu, yaşayamadığı için büyümemedi hiç amcası.

9 Nisan 2008 Çarşamba

Karantinalı Despina

bir gül takıp da sevdalı her gece saçlarına

çıktı mı deprem sanırdın ' kara kız ' kantosuna
titreşir kadehler camlar kırılır alkışlardan
muammer bey'in gözdesi karantina'lı despina
çapkın gülüşü şöyle faytona binişi kordelia'dan
ne kadar başkaydı her kadından her bakımdan
sınırsız bir mutlulukta uyuturdu muammer bey'i
ustalıkla damıttığı o tantanalı aşklarından
işgal altüst etti nasıl da izmir'de her şeyi
öğrendi kullanmasını despina bu yanlış geceyi
körfez'de parıldayan yunan zırhlılarına karşı
miralay zafiru'yla ispilandit palas'ta sevişmeyi
gemi sinyallerinin gece bahçelere yansıması
havuzda samanyolunun hisarbuselik şarkısı
demlendikçe yalnızlığı aydınlanıyor muammer bey
olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması
#attilailhan
#ensevdiğim
#karantinalıdespina

7 Nisan 2008 Pazartesi

Şimdi bazen düşünürüm :Ne olurdu,aramızda herşeyi konuşmuş olsaydık.Nazlı bana evden ayrıldıktan sonra nasıl yaşadığını anlatsaydı,neden birdenbire kaybolmak istediğini açıklasaydı.O kadar sevdiğim karımın hayatına ait bir kısmı ,hiç bir zaman bilemedim.Sanki iki yıl Nazlı hiç yaşamadı bana göre .Biliyorum ,denebilir ki üzücü olaylarla karşılaşılacaktı;insan belki de hiç istemediği sözleri duyacaktı.Olsun;hiç bilmemekten,bir insanın o kadar yılını hiçe saymaktan daha iyidir herhalde.Onun iki yılını yok saymakla ,onun bu yıllarda neler hissettiğini bilmek istememekle ,çok sevdiğim bu insana da bir bakıma hürmetsizlik etmiş olurum:!!!

5 Nisan 2008 Cumartesi


Sıcak sonbahar bitmisti, birden serin bir sonbahar gelmisti. Bu sehirde yazın ve kısın varlığı pek iyi anlasılmıyordu. Tabiata biraz daha dikkat etmeğe karar verdim. (Bu sefer, sarı yapraklar kaybolmadan onları uzun uzun seyrettim. Her zaman kaçırırdım da. insanlar ne buluyordu bu sarı yapraklarda? Yağlıboya tablolarda gene neyse, fakat yerde? Bilmem ki.)
Canavar ben değilim. Belki de canavarım. Son günlerini bu odada geçirmek zorunda kalan emekli bir canavar. Can sıkıcı anlarını hatırlayarak acıklı canavar sesleri çıkaran bir kara ejderi. Vuuu vuuu! Canavarın en kötü günleri hangisi? Canavar takvimine göre perşembeleri. Çünkü perşembeleri sevmem. O günleri hatırlamak istemem. Hangi 'o günleri'? Sevmem işte. Özellikle perşembe günleri pencereden bakıyorum: Gaz tenekeleri var, içlerine toprak doldurulmuş. Kim doldurmuş? Ben doldurdum. Karışık bir takım tohumlar ve çiçekler satan adama dedim ki: Bana bir çiçek ver. Arsız çiçeklerden verdi. Bilirsin işte: Begonya mı derler? Kırmızıdır, mat yapraklıdır, kötü boyanmış mahalle kadınları gibi bir çiçektir. .

Sevgi, gözleriyle konuşurdu albayım; Bilge de saçma konuşuyor. Ona bağırdım albayım, Saçmalama dedim...Ne yaptı ki? diye sordu Hüsamettin Bey. Saçmaladı albayım. Daha ne yapsın? Akıllı uslu gidiyor, sonra bir yerde saçmalıyor albayım: Yani bana karşı çıkıyor. Kendine göre düşünceleri varmış. Ben seni bunun için mi tuttum? Diyorum ona.
“Sizin ve çevrenizdekilerin değerini anladım; sizleri dünyaya tanıtmak istiyorum albayım. Ne yaman bir topluluk olduğumuzu, herkesin huzurunda göstermek istiyorum. Küçük burjuvalara, ömürleri boyunca bir daha unutamayacakları bir heyecan kasırgası, bir duygu gösterisi yaşatmak istiyorum. İstiyorum ki, bu oyunu seyrettikten sonra, çocuklarını son – derece – rahat – ve – yaylı – bebek arabalarında park yolları boyunca gezdiren bütün mutlu – genç – ve –diri çiftlerden, emekli – ikramiyesini – ne yapacağını- düşünen aksaçlı cimri ihtiyar karıkocalara kadar her çeşit kusuru – bakmayın – geç – kaldım – müsaade – edin – geçelimler, artık hiç bir dilenciye sadaka vermeden geçemesin.

POLİS MEMURU (Telaş ve heyecan içinde, komiserin odasına girer): kapıda general kılığında bir deli var komiserim!
KOMİSER (Yerinden fırlar): Eyvah! Akıl hastanesinden kaçıp da bir generali öldürmüş olmasın? Nereden anladın deli olduğunu?
POLİS MEMURU: İfadesini aldım komiserim.
KOMİSER: İfadesinin neresinden anladın? Deli olduğunu itiraf mı etti?
POLİS MEMURU: Tam tersine komiserim. Ben durumundan şüphelenip biraz sıkıştırınca, akıl hastası olduğunu inkar etti. Bir dergide okumuştum komiserim: Akıl hastaları bir türlü kabul etmezlermiş hasta olduklarını.
KOMİSER: Adı neymiş?
POLİS MEMURU: General Gustav Schlick olduğunu ileri sürüyor komiserim.
KOMİSER: İfadesinin neresinden şüphelendin?
POLİS MEMURU: Karısını öldürdüğünü söylüyordu.
KOMİSER: Bunda ne var şüphelenecek?
POLİS MEMURU: Karısını yıllardır her gün öldürdüğünü söyledi komiserim. Cinayeti ikiye ayırdı: O kısmını pek anlamadım. Bazı işkencelerden de bahsetti. Bunları yapacak bir insana benzemiyor. Hele bir cümlesi çok garip: Austerlitz savaşı sırasında, hayalinde karısını aşığıyla birlikte yakalamış ve ikisini de kafasında kurşuna dizmiş.
KOMİSER: Kimin kafasında?
POLİS MEMURU: Kendi kafasında efendim. Bu yüzden kafatasında iki delik olduğunu ileri sürdü; fakat ben ısrar edince delikleri göstermedi, evde unuttuğunu söyledi.
KOMİSER: Saçmalama .
POLİS MEMURU: Kendisi saçmaladı komiserim. Bu sözlerine inanırsam, daha başka itiraflarda bulunacağını söyledi. Bu günlerde sözlerine inanacak yakın bir dost bulmakta güçlük çekiyormuş. İçimdekileri anlatabilecek birini bulsaydım, belki de bu cinayetleri işlemezdim, dedi. Yalnızlıktan bu duruma gelmiş.
KOMİSER: Karısını gerçekten öldürmüş mü?
POLİS MEMURU: Ona belli etmeden, araştırma için bir arkadaşımı gönderdim efendim. Schlick ailesi çok yakında oturuyormuş. Karısının sağ olduğunu öğrendik.
KOMİSER: Suçluyu buraya getirin.(Polis memuru çıkar, Schlick ile birlikte döner.)
SCHLICK: Bu günlerde çok dalgın oldum da efendim, her şeyi birbirine karıştırıyorum. Sizinle daha önce görüşmüş müydük?
KOMİSER: Sanmıyorum efendim. (Yer gösterir.) Buyrun, oturun.
SCHLICK: Teşekkür ederim. (Oturur.) İnsan cani de olsa, ona saygı gösterilmeli, değil mi? Çünkü efendim, insan cani olunca kendine saygısını kaybediyor; daha doğrusu, kendine saygısını kaybedince cani oluyor. Ona bu saygıyı –kendine saygıyı demek istiyorum- kazandırmak için, adalet, ona karşı özenle davranmalı: İster karakolda olsun, ister hapishanede, bir yer göstermeli. Bana bu yeri gösterdiğiniz için, size tekrar teşekkür ederim. Ben de buna karşılık itiraf ediyorum işte: Önce, fincanları tepsinin üstünde devamlı tıkırdatan uşağımı öldürdüm. Sonra, bahçeye çöp döken ve kötü piyano çalan komşum Adolf Meyer’in canına kıydım.
KOMİSER (Biraz çekingen): Memur arkadaş biraz önce, bazı cinayetleri kafanızda işlediğinizi söylemişti. Acaba... bunlar da o cinsten olamaz mı efendim?
SCHLICK (Birden kızar): Böyle bir şey bahis konusu değil efendim. Sonra... siz iyi bir Hıristiyan değil misiniz yoksa?
KOMİSER: Anlayamadım efendim?
SCHLICK (Emir verir gibi): İsa’nın sözlerini hatırlayın: Ben size derim ki: Eğer bir insan kadının birine arzu ile bakarsa, kalbinde zinayı zaten işlemiştir. Cezası da gözçıkarma. Kanunda bir madde vardır sanıyorum.
KOMİSER: Sanmıyorum efendim.
SCHLICK:Bundan sonra konulmalı o halde. Ceza kanunumuzda büyük boşluklar var. İsa öleli ne kadar oluyor; demek hala bir tedbir alınmamış. (Başını ellerinin arasına alır) Ne kadar çok insana içerliyorum bir bilseniz. Kötüyüm ben. Suçluyum.
KOMİSER (İçini çeker): Buraya gelenlerin hepsi sizin kadar suçlu olsa... bulunmaz bir nimet olurdu benim için.
SCHLICK: Siz, suçların insanda nasıl geliştiğini bilemezsiniz. Her gün yüzlerce küçük suç... hele insan bunların cezasız kaldığını gördükçe... insanların karşısında suçlu olduğunuzu bile bile onlara iyi davranmak, onların sizi iyi sanmasına göz yummak.. (Ayağa kalkar.) Komiser Bey! Ben kararımı verdim. İlgili makamların yardımını rica ediyorum. Bütün gün evde oturup adaletin gelmesini beklemekten usandım. Ben önce davranmak istiyorum. Bir gün nasıl olsa geleceklerini bildikten sonra... (Durur, düşünür.) Acaba gerçek ceza bu mudur dersiniz?
KOMİSER: Anlayamadım efendim?
SCHLICK (Üzgün): Anlatması çok güç. Size bazı kitaplar vermem gerek, bazılarını da ayrıca tartışmak...hayır, özür dilerim, vaktim yok.
Muameleye geçelim. Hüsamettin Bey, “Ben yapılacak bir muamele göremiyorum” diyerek Hikmet’in sözünü kesti. “Sizin de bazı kitaplar okumanız gerekiyor albayım” dedi Hikmet. “Utanmaz!” diyerek Hikmet’in sırtına vurdu Hüsamettin Bey, “Asıl senin hakkında muamele yapılmalı.” “Yapılmadığını ne biliyorsunuz albayım? Herkes Schlick gibi önceden tedbir almaz. Bir bakıma kurnazlık yapıyor karakola gitmekle. Cezasının bir kısmı affa uğrayabilir. Ayrıca, Schlick, bir bakıma talihlidir: Kafasını bir yere sapladığı için, dar bölge suçları işlediğini sanıyor. Bir de bilmediği, farkına varmadığı suçların hesabını vermeğe kalksaydı, o zaman gününü görürdü”.Hüsamettin Bey, çenesini kaşıdı, “Boşuna uğraşma,” dedi “Bu yaştan sonra benim aklımı karıştıramazsın.”

4 Nisan 2008 Cuma

...benim çayım koyu olsun içine kaşık koyalım da ötekilerinden ayrılsın,eyvah!süzgeci unuttum ,planlama teşkilatından çıkarın beni,zaten almamıştık,biliyordunuz demek ,şeker için yer kalmadı tepside....

3 Nisan 2008 Perşembe

Şoför daha,ileri gidemem bu bozuk yolda beyim demişti..Bense çok ileri gitmiştim albayım evlenmeye karar vermiştim.
.....Beni de baştan çıkardığı oluyor.Sonra, aklı karışıyor ve sanki bütün ben söylemişim gibi , bana çatıyor.Gecekondu sanatoryumuna dinlenmeye gelmiş , ben de onun tedavisine engel oluyormuşum.İşin garibi ben de kafi derecede şaşırmıyorum bu saçmalara galiba.Sermet Bey güldü.''İkramiyenizle bir kat alacağınıza neden huzur sahibi olmayı tercih ettiniz? diye soruyor bana''.Sermet Bey ,gözlerini başka yana çevirdi.''Kendi yerime karımı emekliye ayırmışım.''
Ben de geçenlerde yüzbaşı olmuşum, albayım.Artık daha fazla olmazsın diyorlar.İnsanın oturduğu yerde bu kadar olması da iyi...

27 Mart 2008 Perşembe

''Nurhayat Hanım ,sana Bilge'yi tanıştırayım''.Dul kadın ellerini elbisesinin arkasına sildi.''Kendisi senin anlayacağın ,sözlüm gibi birşey''.Bilge'ye döndü.''Bilge, Nurhayat Hanıma gülümser misin?''Bilge gülümsedi.''Tamam albayım ,artık ne istersem yapar.''Durdu:''Sonra da burnumdan getirir.''Dul kadın ''Biz onun tuhaflıklarına alıştık efendim.'' diyerek özür diler gibi ellerini oğuşturdu.''Bilge de alışıktır ama ,daha entellektüelce olanlarına.''Nurhayat Hanım .''Efendim'' dedi.''Bilge ,başka bir ülkeden geldiği için ,ben kendisiyle yabancı dil konuşurum Nurhayat Hanım kendisi aslen İngilizdir.'' Saçmalama diye gülümsedi Bilge.''Kızma canım ,ben herkesle kendi diline göre konuşmasını bilirim.Bak şimdi.''Dul kadına döndü'' Eh Nurhayat Hanım nasılsınız ,iyi misiniz bakalım ha? Kadının sırtına vurdu:''Çocuklar nasıl?Büyüyorlar mı?''Bilge'ye döndü.''İyi kadındır albayım!Biraz tedirgin bir durumda oturan albay .''Ne var ''dedi.''Ben fakir bir işçi ailesinden geldiğim için ,aslında Bilge'nin sınıfına karşıyım.Bütün anlaşmazlığımızdan bundan ileri geliyor''

26 Mart 2008 Çarşamba


''Yapma'' dedi Bilge.''Oyun canım üzülme.Nurhayat Hanım da geliyor.Sevgi'yi pek beğeniyor;kendisine benzetmiş de''.''YAPMA'' dedi gene Bilge .''Görüyor musunuz albayım ne kadar özlü konuşur:Ben yüzlerce söz ederim:fakat tarihe bu ''yapma'' sözü geçer yalnız.Sevgi'ninde üşümesi geçecek''.Bilge'ye baktı.''Aslında böyle düşünmüyorum'', değil mi?Albaya döndü.''Bu sözler de onundur, Bilge'nin sözleriyle bir yer yapmaya çalışıyorum Hüsamettin Bey''
Bilge gülümsemeye çalıştı:''Albay da sözlerini gerçek sanacak.''
''O albay değil emekli albay.Belki de hiç albay olmamıştır.Böyle emekli albay olur mu?
Hüsamettin Bey kaşlarını çattı.''Emekli albayların alınlarında işaret mi var?''
''Canım öyle demek istemedim.Anlamıyorum bugün kimse kendisine verilen rolü oynamak istemiyor.

21 Mart 2008 Cuma

Salim çantasının büzgülü kumaş gözünün lastiğini çıkardı .Kırmızı bir gerçek yazdı;gerçeğin önüne ,içi boş iki nokta üst üste koydu.''Gerçek ,iki nokta üst üste koydun mu?'' Koydum Hikmet Amca .Büyük harfle başlanıyor değil mi?Hepsini büyük harfle yazsaydın.Gerçeğin de soluna çiçek yapma sakın.Bu sayfada yok zaten .İyi yaz bakalım.''Gerçek,başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür''.''Birimi var mı Hikmet Amca?''.''Birimi insandır''.Salim ,kalemin mavi tarafını ağzına soktu,ucunu ıslattı,insanın altını çizdi.

Şimdi denizde olsak Bilge dedim içimden.(Allah kahretsin içimden)Bu durumda yüzebilseydik uzaklaşsaydık.Sevgi küçülseydi , sen benim ne yaman bir insan olduğumu anlasaydın.Bilge'nin ayağına basıyordum,başım dönüyordu çünkü .Anlayışlı bir sesle :Oturalım mı ? dedi.Anlayışsız bir sesle Oturalım dedim.Bilge aptaldı, Sevgi aptaldı, Bilge'nin adamı aptaldı.Bir ben akıllıydım.Ben de harcanıp gidiyordum bu aptalların arasında

Kimseye inanmıyordum.Bütün hayatımca nefret ettiğimi düşündüğüm bir düzeni ,artık hayatımca yaşamak istediğimi sanıyordum.Acınacak bir tarafımda kalmamıştı.Zaten yoktu.Sevgi öyle söylüyordu.Bana acımayı alışkanlık haline getirenlere kızıyordu.Seni de kıskanıyordu bu yüzden.Bilge'ye bakmamak için ,devetabanına çevirdi gözlerini.Evet anlaşılmaz bir gerginliği vardı Sevgi'nin .''Bilge beni ne yapsın?''Onun için bir süre seni görmeye gelemedim Bilge.Sevgi'ye yaranmayı denedim.Belki de karşısında böyle alçaldığım için ,yanlış tanıttım kendimi.Belki de olduğum gibi görünseydim sonumuz böyle olmazdı.Bilge güldü.''Saçmalama Hikmet''Mecburum albayım:İtiraf ediyorum.Bana biraz daha kahve versene Bilge .Bir de röntgen çektirelim .İçinizi görelim.

20 Mart 2008 Perşembe




Albay Hüsamettin Bey nerede oturuyor?Bana sorarsanız ,üç yerde birden oturuyor.Bir kere sokak kapısının üstündeki sarı plakaya inanmak gerekirse,bu katlı evde yalnız ''Albay Hüsamettin Tambay '' yaşıyor.Ben ısrar ettimde ,pirinç levhanın üstüne küçük harflerle küçük bir ''emekli'' kelimesini ekledik.Albayım dedim ,sonra bizim evi askerlik şubesi sanacaklar.Razı oldu.Bana kızmaz.Sonra benim katın sahanlığında ,kalın resim kağıdına yazılmış bir''Emekli Albay Hüsamettin'' uyarısı var.Ben soyadı kanunundan yanayım;albayım istemiyor.Bende yazmadım.Pirinç levhaya gelince ,albayım yedinci tümen emrindeyken ,general bütün albaylara birer tane yaptırmış; o günlerde de albayım emekliye sevkedilmiş.Soyadınızı beğenmiyorsanız albayım dedim kapıdaki ''Tambay'ın '' üzerine beyaz bir kağıt yapıştıralım.Yoksa sar mı olsunstemedi.''Emekli ''yi de bu kağıda yazardık.Albay Hüsamettin Emekli.Bütün yaşlı albayların soyadı ''Emekli '' olmalı bana kalırsa.Ben onları birbirinden ayırmak istemiyorum.

19 Mart 2008 Çarşamba


YAŞASIN PAPATYALAR;CANIM PAPATYALAR ...Seviyorum sizleri.Sizler ki bütün kış toprağın altında, yalnız bizi düşünürsünüz ve ilkbaharda hemen seriliverirsiniz ayaklarımızın altına.Canlarım benim .Seviyorum sizleri insan kardeşlerim .Durup dururken seviyorum işte .Sevip duruyorum.Kollarımı açıp bütün insanlığı kucaklıyorum.Papatyalar gibi sizi koparıp göğsümde tutmak istiyorum.

HAYIR PAPATYALARI DEGİL ! KARANFİLLER...

...PAPATYALAR SELİM'İN...



Gerçek tutunamayanlara saygım büyüktür. Onları bir ansiklopedide toplamak isterdim. Türk tutunamayanları ansiklopedisi. On iki fasikül bir cilt. On iki ciltte tamamlanacaktır. Üç fasikül bir harf. Üç harf bir kelime. Üç korner bir penaltı...

18 Mart 2008 Salı


Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. Kadınlar da böyleydi. Dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu.
Henüz, her düşünceyi, aklıma gelir gelmez söylemek gibi bir yanlış davranıştan kurtulamamıştım. Kant, elli iki yaşına kadar sabretmişti.Ben sabredemediğim için onun yazdıgı bir kelimeyi bile anlayamıyordum.''

Evet, başlangıç iyi olmamıştı albayım: Ne evlenirken, ne de bu eve gelirken. Eşyamı buraya taşımadan önce, bir kamyon filan ararken, biraz alkol almıştım albayım. Evlendiğim gece de içmiştim yeni akrabalarımla birlikte. Evlenmeden birkaç gün önce, bütün eski silah arkadaşlarımla bir içki sofrasının çevresinde toplanmıştık. (İnsan birbirine benzeyen bütün yaşantılarını kesintisiz sürdürmeli albayım; çok uzun bir gün boyunca, hayatının bütün içkilerini içmeli meselâ.) Evet albayım, ben birkaç gün sonra evlenecektim; bunu kimse bilmiyordu içki sofrasında. Kimseye söylemeye cesaret edememiştim. Gecekonduya taşındığım zaman da kimsenin haberi olmadı. Birdenbire karar vermiştim. Cebimde birkaç kuruşum vardı. Nazmi’nin evinde toplanmıştık. Paramı hesaplamak zorundaydım. Bir somya elli liraya alınır; yatağıyla birlikte, bilemedin yüz elli liraya çıkar. Bir iki mutfak eşyası, komodin, kitaplık. (bunları alacak kadar param vardı.) siz de bir rastlantı eseri olacak -herhalde sigaranız bitmişti- kapının önünde duruyordunuz albayım. Hayır, durmuyordunuz; adımınızı, bakkala gitmek üzere dışarı atıyordunuz. Ben, tam o sırada kapının önüne ulaşmıştım: Komodini taşıyordum.

Kamyon biraz uzakta durmuştu evden. Şoför, daha ileri gidemem bu bozuk yolda beyim, demişti. Bense çok ileri gitmiştim albayım. Evlenmeye karar vermiştim. Çocuklarla, eski silah arkadaşlarıyla iki şişe konyağı bitirmiştik. (hiçbir şey yemedik içkinin yanında.) İnsan, arkadaşlarına nasıl haber verir evleneceğini albayım? Sizin orduda, iç hizmet talimatnamesinde yazar mı? Sen askerde benim elime düşecektin de Hikmet... Geçmiş olsun albayım. Evlenme kararımı silah arkadaşlarımla birlikte almadığım için onlara ne diyeceğimi bilemiyordum. Durumda bir gariplik seziliyordu. (ben seziyordum.) Konuşabilmek için sarhoş olmamı bekliyordum. Sonra, beni gördünüz gecekondunun kapısında albayım. Ne düşündünüz? Babacan bir tavrım vardı değil mi? Hamalın sırtına vuruyordum. (çok homurdanıyordu da ondan.) Sonra beş lira fazla verdim adama. (samimiyetimiz bozulmasın diye.) Birden elimi cebime attım ve nikâh davetiyelerini çıkararak, herkese dağıtmaya başladım. Zarfların üstünde, silâh arkadaşlarımın adlarını önceden yazmıştım. (iç hizmet talimatnamesine uygun olsun diye.) Gülümsemeye çalışanlar oldu; Nazmi de ‘ev sahibi sıfatıyla’ içeri koştu ve bir fransız konyağı getirdi. Kızın adı ne? diye bağrıştılar. Allah sizi inandırsın albayım, birden söyleyemedim; bir an için hatırlayamadım.Bir iki saniye kadar. Sonra, boğuk bir sesle, sevgi, dedim. Mırıldandım adeta. güzel bir isim değil! diye haykırdılar; Beylik bir isim! nereden buldun? diye bağırdı Dumrul. (adını ben bulmadım. kızı canım. ya öyle mi?) Çocuklar çevremi sarmıştı albayım; Gecekondu çocukları işte. Kılığımı yadırgamışlardır. Siz de albayım, bakkala gitmeye kararlı ayaklarınıza, rahat! komutu verdiniz ve bana döndünüz. Sen, benim emir subayım olsaydın, ayaklarımın altında çiğnerdim seni Hikmet! Çizmesiz olsun yalnız, albayım. (albayım artık bir baba gibi seviyor beni. bana iyice açıldı.) Ne rezil adamsın Hikmet. ‘herif’ demeliydiniz albayım. (neyse geçelim albayla aramızdaki ilişkinin ayrıntılarını.)Ben hafifçe terliyordum; içkiden olacak. hangi barda çalışıyor bu Sevgi? diye sordu Dumrul. (inanmıyorlardı bana.) Daha baştan hayır yoktu bu işte. Siz, kim bilir, orduevinde tangolar arasında ne mutlu bir başlangıç yapmışsınızdır albayım. O zaman daha teğmendiniz. Ben daha dünyaya gelmemiştim. Doğmuş olsaydım muhakkak gelirdim: bir limonatanızı içer, bir pastanızı yerdim. ‘kuru pasta’ da var mıydı albayım? Hikmet! sana, köpek diyeceğim neredeyse. Hav hav albayım. Sen askerlik yaparken ben neredeydim Hikmet? Ortaşark ve osmanlı tarihi çalışıyordunuz odanızda gizlice albayım. Teğmen içeri girince de kitabı kaparken öksürüyordunuz: Durumu kurtarmak için. Allah kimseyi senin diline düşürmesin Hikmet. (silah arkadaşlarımın da diline düşürmesin.) Albayım! buyur oğlum Hikmet. üç yıl sonra size ‘generalim’ diyebilir miyim? Allah cezanı versin! Eski arkadaşlarımın da albayım. Fransız konyağını da bitirmiştik. Aptal herif! dediler, Seni de kaybettik. İnsan daha önce haber verir; koyu renk elbiselerimizi giyerdik. (ben aslında bu alayların farkında değildim o sırada; durmadan gülümsüyordum. Benimle ilgileniyorlardı ya, gerisine aldırmıyordum.) Onlar da içmek, bir şeyin şerefine içmek, kısaca içmek için bir bahane bulmuşlardı. Kimseye haber vermemiştim; demek ki ben de bu işin içinde, daha başlangıçta, yürümeyen bir şeyler seziyordum. Üstelik tek başıma kalmıştım. Bütün eşyayı o zayıf hamalla birlikte ben çıkardım. Kimse, teklif ettiğim paraya razı olmamıştı; tükürür gibi, başlarını öne eğmişti bütün hamallar. Eşyayı kamyondan indirirken mahallenin çocukları çevremizi sarmıştı: adama bak, diyorlardı. (mahalle çocuklarıyla hiçbir zaman başa çıkamamışımdır.) Dumrul da tutturmuştu, Sevgi adı takmadır diye; asıl adı Hasibe filanmış ona göre. Ağzını topla, demiştim Dumrul’a. Hem seviniyordum, hem mahzundum. Bunlar benim arkadaşlarımdı. sizi akşam yemeğine çağırmam ben de, diye söylendim içimden. (zaten çağırmayacaktım, aile içinde bir toplantı olacaktı.)
Duvarlara resimler asmalıyım. İnsanlarımız bir evi döşemesini henüz bilmiyorlar. Soğuk ve bulutlu sabahlarda ya da aysız, tam karanlık gecelerde, yalnız ve ne istediğini bilmeden sokaklarda dolaşırken gözüne takılan perdeleri açıp pencereleri düşündü. Aynı çıplak duvarlar, üstleri yatak denkleriyle dolu gardıroplar -bu yataklarda, benim gibi yalnız misafirler yatar. Müsaade edin de yatağı ben indireyim, diyordum onlara. Her evde bir yatağım vardı benim. Evlenince, bütün bu haklarımı bir süre için kaybetmiştim. Ben de evliyken, yalnız arkadaşlarım içim yataklar bulundurdum. Biz başka türlü bir aileydik tabii: Ayrı bir misafir yatak odamız vardı. Pek kimseyi yatırmak kısmet olmadı orada. Duvarlarına takvimler asılan evlere bir türlü benzeyemedik. Evinizi daireye çevirdiniz bu takvimlerle, diyordum onlara. Bana gülerlerdi: Evi olmayan ukala aydınların bu öfkesine, yuva sahibi cahil insanların rahatlığıyla gülerlerdi. Bir yandan da beni severler veya acırlardı bana. Benim için, oturma odasındaki sobayı sabaha kadar yakarlardı. İnsan yer yatağından kolunu uzattı mı hemen halıyla karşılaşır albayım. Sabahları, kimseyi uyandırmadan sessizce yola koyulurdum; gezici din adamları gibi. yalnızlığın dinini yayıyordum. (başarılı olduğum söylenemezdi.) Ben tanrı misafiriyim; kendisinin çok selamı var sizlere. (gülerlerdi.) Bu akşam da size yolladı beni. (birbirlerine bakarak, gene bir şeye canı sıkılmış bunun, derlerdi içlerinden.) Yukarıdakilerin biraz canı sıkılıyor da, sen git biraz dolaş dediler bana. (işimiz allaha kalmıştı.) Benim hüzünlü görünüşüme saygı duyarlardı, benim için bir şeyler yapmak isterlerdi. Sana da birini bulsak Hikmet, bu bitip tükenmez dolaşmalarının bir sonu gelse. (geldi.)

16 Mart 2008 Pazar


...Selim olsa sabaha kadar uyumaz, düşünür dururdu. Ben olsam yatardım. Üniversitede okurken de ben, gece yarısı olunca yatardım; o, çalışmasını sabaha kadar sürdürürdü. “Saçların dökülüyor, uykusuz çalışmaya dayanamıyorsun; oğlum Turgut, ihtiyarlıyorsun.” “Uykusuz kalabilmen sinir kuvvetinden. Benimki adale kuvveti.” Kollarıyla Selim’i soluksuz bırakıncaya kadar sıkardı: “Sen birden çökeceksin Selim. Çünkü neden? Çünkü için boş senin. Birden, kollarımın arasında için boşalacak: birden, üçüncü boyutunu kaybedip bir düzlem olacaksın ve ben de seni duvarda bir çiviye asacağım.” Havaya kaldırdığı Selim’i duvara sürüklerdi. Siyah saçlarından yakalayarak başını duvara dayar: “dökülmeyen saçlarından asacağım seni”, diye bağırırdı. “Erkeğin kılları göğsündedir,oğlum Selim”. Hemen gömleğini çıkarır ve boynuna kadar bütün gövdesini kaplayan kılları gösterirdi Selim’e. “İğrençsin Turgut. Sen onları üniversite kantinindeki kızlara göster. Kapat şu ormanı.” Bir erkeğin yanında soyunmasından sıkılırdı Selim. “Beni aşağılara çekiyorsun Turgut. Senden kurtulmalıyım.” Turgut pantolonunu da çıkarır, kollarını açarak bağırırdı: “Ben,senin bilinçaltı karanlıklarına ittiğin ve gerçekleşmesinden korktuğun kirli arzuların, ben senin bilinçaltı ormanlarının Tarzanı! Yemeye geldim seni. Benden kurtulamazsın. Ben, senin vicdan azabınım!” “Bağırma, anladık. Benim vicdan azabım bu kadar kıllı olamaz. Ruhbilimci Tarzan, lütfen giyin”.

15 Mart 2008 Cumartesi

"İsa, bütün büyüklüğüne rağmen bu hainin niyetini nasıl anlamadı Hikmet Bey? Hiç anlamaz olur mu Rıza bey? Ne var ki, kadere karşı konulamayacağını biliyordu. Sen bakkallığın ötesine geçebiliyor musun? Hasibe hanım başını salladı. Böyle büyük kaderlerin önüne geçilmez."
"Hayalimdeki günleri bile böyle küçük hesaplarla geçirdim işte albayım. Aklımın içini örümcek ağları sardı; kafamın sandalyelerinde elbiseler, gömlekler, çoraplar birikmeğe başladı; kurduğum hayaller, bir bekar odasının dağınıklığında boğuldu. Düşüncemin duvarlarına resimler asmak istediğim halde bir türlü olmadı. Belli noktalara biriken eşya, odanın çıplaklığını daha çok ortaya çıkardı."
"Üst katta dolaşıp onun aklını karıştırıyor, unutmak istediği delilikleri hatırına getiriyormuşum."
Herkes tarih okuyor albayım; bugüne değer veren kalmadı. Bugün, zaten yaşanıyor; asıl, geçmişte ne olmuş bakalım? Sararmış vesaikin kararmış fotokopilerinin kirlenmiş baskıları. Bugünü daha iyi anlamak içinmiş aslında. Ne olacak anlayacaksın da? Daha mı iyi yaşayacaksın? Öyle deme, öğren öğren: Nazım Paşayı Ruslar nasıl aldatmış? Bakkal Rıza’nın beni aldatmasına karşı yararı dokunur mu? Anlamıyorsun, meseleleri ayağa düşürüyorsun. Anlamıyorsunuz, mesele hiçbir zaman başa çıkmadı."

 Hiçbir şey istemiyorum. Münir Nurettin Selçuk istiyorum: Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın. Hedda Gabler’in en sevdiği şarkı bu. Hiç ...