28 Mayıs 2007 Pazartesi

Pamukçuklar ......Bunun için seviyorum seni......Üç Aynalı Kırk Odaya rağmen.....Yüksek Topuklara rağmen......


Annem belediye doktoruydu. Penceresinden kavak ağaçları görünen bir sağlık ocağında çalışır, çoğu günler beni de yanında götürürdü. Orada tek çocuk olmanın krallığını yaşar, oyalanır, haşarılıklarımın, afacanlıklarımın hoşgörüleceğini bilmenin kolaylıklarından fazlaca yararlanır, buna karşılık beni mıncıklamalarına, yanaklarımı pembeleştiren makaslar almalarına ses çıkarmazdım. Pencereden uzanır, uçuşan pamukçukları yakalamaya çalışırdım. Kavakları silkeleyen rüzgar oyun arkadaşım olurdu. Koca bahçe, önümde mülkümüş gibi uzanır, bense onu tasasız gözlerle izlerdim. Annemin masasında, güzel çerçeveler içinde benim ve babamın resmi dururdu. Gurur duyardım. Kocaman bir masası ve koltuğu vardı annemin. Annemi, makamında daha çok severdim sanki, ya da sevgim başka tür bir boyut kazanırdı. Sırtındaki beyaz gömleğiyle düzlem değiştirmiş, biraz uzaklaşmış, benden ve elimden çıkmış  gelirdi bana. Her an başkalarının da olacakmış gibi bir güvensizlik duyardım. Zamanını ve ilgisini başkalarıyla paylaşmak durumunda olduğum bu yeni konumu, ona daha çok bağlanmamı sağlardı; aşk tazelerdim. Eve dönerkense yine yalnızca benim annemdi.
Semt belediyesine bağlı bir sağlık ocağında fazla iş olmaz. Basit muayenelerin ve müdehalelerin dışında, ya hastaneneye hasta sevk ederler, ya ölüler için defin ruhsatnamesi verirler. Masasında bir de bunların koçanları olurdu. O koçanlardan kopardım sayfaların arka yüzüne resimler yapar, otomobil modelleri çizer ya da ileride keşfetmeyi umduğum makineler uydurur, bir de tanıdığım artislerin, ünlülerin listelerini çıkarırdım
. Az sonra annem gelir, koçandan temiz bir sayfa koparır, önyüzü doldurur, gelenin içini görür, gönderirdi. Defin ruhsatnamesinde yukarıya ölenin adı yazar, en altta da hep kendi kaşesi, adı ve imzası olurdu. Benim gözümde anneme ölüm karşısında üstünlük sağlayan bir şeydi bu. Ölümü başka adreslere gönderirdi.Kavaklarla birlikte ben de büyüdüm. Okul çıkışları anneme uğruyor, gene birlikte eve dönüyorduk. Bu kez, yanında delikanlılığa adım atmakta olan, sesi çatallaşmaya başlamış, yürüyüşü değişmiş biriyle dolaşmanın gizli gururunu taşıyordu. Annem öldüğünde yeniyetme bir delikanlıydım. Kollarımda öldü. Ağrıların sersemlettiği bedenini tanıyamaz olmuş; savunmasız, gücü tükenmiş, gözlerini artık sürekli kaçırarak konuşan, yüzündeki anlam çoktan boşalıp gitmiş bu kadını, masasının başında hayata ve ölüme gülerken gördüğüm günler çok geride kalmıştı. Ölüm usul usul kemirmişti onu. Öleceğini biliyorduk, ölümünü bekliyorduk, ölümüne hazırlanıyorduk. Hazırlanmak ne demekse. Sanki annem öldüğünde,öyle bir şey, öyle bir şey olacaktı ki, ben de kendiliğimden yok olacaktım. Ölüm kadar belirsiz, siluetsiz, önseziye benzer bir duyguydu işte. Güçlü bir önsezi gibi bütün varlığıma yerleşmişti. Öyle bir şey olmadı. Hiçbir şey olmadı. Bir çocuk kadar ufaldığı, ağrodan başka hiçbir şey hissetmez olduğu günlerin birinde ölüm gelip aldı onu. Katılıp kalmıştım. Boğazımda koca bir yumruk düğüm olmuş duruyordu. Kaynağını bilemediğim müthiş bir güç beni ayakta tutuyor, tehlikeli bir sessizlik içinde, ama yine de tetikte bekliyordum. Tek bir damla bile akmamıştı gözlerimden. Ağlayamıyordum. Bir şey olacaktı, müthiş bir şey olacak, beni düğümlendiğim, katıldığım bu acının ortasından hiçliğe, yokluğa çekecekti. Babamı, teyzelerimi, annemin çocukluğundan beri vazgeçemediği, benim "teyze" dediğim birkaç yakın arkadaşını yatıştırmak, teselli etmek gibi bir görevi neredeyse kendiğinden üstlendim. Yaz yaklaşıyordu. Annemin en sevdiği mevsimdi yaz. Havalar ağrıma gidiyordu. Ailede herkes en çok annemi severdi. Onun ölümüyle birlikte, sanki herkes hem bir araya toplanmış, hem de sonsuza kadar dört bir yana dağılmıştı. İçlerinde en ayakta kalabileni ben görünüyordum. Defin işlemlerini yürütmek de bana kaldı. Sağlık ocağına gittiğimde elime bir defin ruhsatnamesi verdiler. İçim yandı. Alışkanlığın gözleriyle en altta annemin adını ve imzasını aradım, oysa bir başka doktorun adı ve imzası vardı orada. Annemin adı artık yukarıya taşınmış; ölüm adres değiştirmişti. İşte o an, birden birdenbire öyle bir şey oldu ki, içim çöktü sanki, sağlık ocağının bahçe duvarına yaslanıp yırtılırcasına ağlamaya başladım. İşte olmuştu. Günlerdir boğazımda duran koca yumruk çözülüvermişti. Yok olmamıştım; duyduğum acıyla varlığımı kazanmıştım yeniden."Pencereden çocukluğum bana bakıyor, kavaklar sallanıyor, pamukçuklar uçuşuyordu..."
Artık öldüğünü kabul etmenin zamanı gelmişti. Defin ruhsatnamesini katlayıp cebine koydum

Hiç yorum yok:

 Hiçbir şey istemiyorum. Münir Nurettin Selçuk istiyorum: Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın. Hedda Gabler’in en sevdiği şarkı bu. Hiç ...