31 Ocak 2016 Pazar

 Ceketsiz olmaz: insanı vatandaşla karıştırırlar  sonra. Aslında üçe ayrılır: halk, vatandaş, bir de benim gibi olanlarla başlayıp... çantasını kaptı, hızla kapıya yürüdü. Bütün memurlar daha gazetelerini okuyorlardı, çaylarını içiyorlardı, masalarını düzeltiyorlardı; ceket çıkarma talimatı henüz gelmediğinden ceketleriyle oturuyorlardı, adamı yakalamışlar bizim zamlardan bir haber yok dün akşam başıma gelenleri sormayın diyorlardı; hademeler, kapıların önünde iş sahiplerinin evrakını masadan masaya odadan odaya taşımak için bahşişlerini bekliyorlardı. Ceket kolları- nın sürtünmeyle paralanmasını istemeyen bazı titiz memurlar kolluklarını takmak üzereydiler; daktilo kadınlar makyajlarını tazeliyorlar, dudaklarını yalıyorlar, kırmızı tırnaklarını törpülüyorlardı; ortayaşlı ve gençliğine düşkün olanlar parmaklarıyla alın derilerini geriyorlardı; yaşları kırk beşten büyük olanlar son zamanları tenkit ediyorlar, küçük olanlar da masalardaki tozdan şikâyet ediyorlardı; sinekler, rahatsız edilmeden masaların üstünde geziniyordu..
291
 Ben bir noktaysam... odanın ortasında durdu. Şu anda odanın köşegenlerinin kesim noktasında bulunuyorum. Bütün köşelere sesleniyorum: içinizden birinde kalmış bir tutunamayan var mı? Matematik de seni kurtaramaz: daireye! 
Biçimli, küçük bir burnu var. Kaşlarını da almamış. Gözlerden ve burundan anlayamazsın bunları zaten. Ağız ele verir bunları, bir de eller. Bütün çirkinlikler, bütün vahşet, insanı donduran bütün sahtelik ağzın kıvrımlarında barınır. Peki, gözler ne ifade eder? Erkeklerin beklediklerinin tersini... Bir insan tarafları olmalı. Küçük burjuva kadınlara özenirler muhakkak. Onlar gibi, “hürmete şayan” olmak isterler. Yoksa, sol ellerinin yüzük parmağına neden alyans taksınlar? Fakat bazı erkekler, özellikle şoförler, hemen anlarlar kimliklerini bunların. Onlar istedikleri kadar hanımefendi tavırlarıyla kırıtsınlar, arkalarından sıfatlarını yapıştırıverirler. Amansız dünya. Konuşmadıkları zaman da, Selim gibi erkekler, onlar için birtakım hayaller kurabilirler. Bu çelimsiz kızın elleri ne kadar büyük ve kaba. Geldiği sınıfın işaretini taşıyor. Neyse, yü- zük takmamış. Henüz, aşağılık duygusuna kapılmayacak kadar genç. Milyonlarca erkek için ne büyük bir nimet. On binlercesi için de değil. Kazanılması kolay bir zafer. 
Daha biçimsiz, daha uydurma kadınlarla düşüp kalkarlardı arkadaşları üniversitede. Bir kadını elde etmenin gururundan olacak. 
 Bana ince elbiseler getirin. Seyrek dokunmuş kumaştan olsun. Gözeneklerinden hava girsin tenime. Tüylerimi bir çayır gibi dalgalandırsın. Hiç esmiyor, efendimiz. Büyük yelpazeler getirin: iki adamın taşıyamayacağı kadar büyük yelpazeler. Mısır resimlerindeki firavunlara tutulanlar gibi geniş, hafif tüylü. Dikişler tenimi yakıyor; dikişsiz beyaz elbisemi getirin bana. Hay Allah kahretsin: bu sıcakta yalnız esmerler imparatorluk edebilir. Bütün krallar akraba olur, dediler. Hepsi de Tanrının oğulları. Beni bu sıcak ülkenin prensesiyle evlendirdiler; oysa ben sarışınım. Buzlu çöllere alışkı- nım. Olric, Olric! Birşeyler yapmak gerek. Yoksa, bu yenilginin suçunu bana yükleyecekler. Oysa, güneşe sıcağa yenildik hepimiz.

 Hiçbir şey istemiyorum. Münir Nurettin Selçuk istiyorum: Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın. Hedda Gabler’in en sevdiği şarkı bu. Hiç ...