16 Ekim 2016 Pazar



DÜN, BUGÜN, YARIN

When I was a little child ,

Bir yokluktu Ankara.

Apres moi dull and wild

Town ne oldu, que sera?

İTHAF ve MUKADDİME

King Soloman Speare'di adının İncilcesi

Süleyman Kargı dosttur Türkçeye tercümesi

Hamlet için Horatio neyse öyleydi bana.

Kıbrıs dolaylarından göçmüş anavatana.

Yıkık bir sur üstüne büyük, cesur ve mağrur.

Saplanmış bayrak gibi Ankara'da oturur.


Selim Işık tek ve Türk. Ve duygulu, amansız.

Sabırsız ve olumsuz, yaşantıda cansız

Sanılırdı; gerçekti, hayır gerçek değildi.

Tutunamayanların tarihine eğildi.

Kelime ve yalnızlık hayatın tadı tuzu

Kucaklamak isterdi ölümü ve sonsuzu.


BİRİNCİ ŞARKI

Dokuz yüz otuz altı. Tarih düşüldü. Niçin?

Doğumu önemlidir - yani kendisi için.

Buruşuk yüzler, bezler arasında bir canlı

Başpamağını emdi (yıkanmamış ve kanlı)

Cahildi, ne bilsin libidonun adını

Duymuştu belki belki aşkın kokusunu, tadını

Sonradan uzun olan yumuk parmaklarında.


İlk resminde beyazdı kundağı gibi yüzü.

Bir taşra konağında yaşadı ilk gündüzü.

Büyükanne, Osmanlı sabrıyla ağır ağır

Salıyor beşigini. Dede bunak ve sağır.

Gelin ürkek ve şaşkın, dede doksanı aşkın,

Gözlerinde kalmamış hiçbiri aşkın.

Ne zaman yemeğini yedigini bilmiyor.

gördügü karısı mı gelini mi bilmiyor.


Asırlık ayakları, evde bir hastalıktı

Geceleri dolaşan. Dalgın karnı acıktı;

Kalktı yer yatagından, iki ayaklı hüzün.

Selim'in beşigine uğradı, beyaz tülün

Altında yatan teni okşadı. Titrek elin

Tuttuğu son canlıydı. Snaki, " Mutfağa gelin!"

Diyen bir sese doğru yönelirken, bir ağrı

Saplandı. Ölü buldu onu sabah rüzgarı


İlk rüzgarın teriyle (bilincin eşiginde)

Islanarak uyandı; kıvrandı beşiginde

Kundagıyla büyük ve beyaz bir elma kurdu

Esirlik türküsünü bütün eve duyurdu.

Baba geniş yatakta döndü; yorganı kaptı;

Anne, meme vermenin sancısıyla haraptı.

İlk ve son kocasının, " Çocuga bak Müzeyyen!"

Mırıltısıyla kalktı kadın kokan yerinden.


Corridos adasında Permanlar arasında

Elinde kendi gibi kuru bir barracinda

Tutarak,i on ikinci derece bir denklemi

Kaygısız çözmesiyle, Ferrania Sandolem'i

İndirerek tahtından kadın saltanatına

Son veren Panton Hipyos ya da önce atına

Sonra kadına tapan Hun gibi Numan Işık

(oysa ilk yıllarında anneme nasıl aşık).

Uykulu gögüsleri-kim bilir ne kadar tazeydi.

İİpek geceliginin içinde sert ve diri

(mektuplarında Numan Bey, aşkını esli Türkçe

-evlenmeden elbette- anlatırmış anneme)

Kayarken karanlıkta, dede bir taş yıgını

Gibi, genç lohusanın acıttı ayağını.

Acı bir çığlık kesti Selimin nefesini

Belki o anda duydu korkunun ilk sesini.



Evin arka bahçesi otlar ve tahta perde.

Anılar başladı mı? Paslı bir kilim yerde,

koruyor dış dünyadan. İlk böcekler elinden

Kayıp geçiyor. Nine düşmüyor dilinden

Belirsiz anlamlarla uuytan ninnileri

Hu diyen dervişleri ürkünç ecinnileri.

Dandini ve dasdana, kov bostancı danayı

Yemesin lahanayı, yemesin lahanayı.



Bir yaşında kızamık, iki yaşında sıtma,

Yakaladı Selim'i. Yavrum terleme koşma!

Terli bir uyanıştan sonra tam üç yaşında

Dişti yatağa baygın. Ağlayarak başında

Kuran okur annesi; bir açılsa gözlerin.

Ne diyorsun Allahım duyulmuyor sözlerin.

Baba mırıldanıyor; Selim Işık, güzel şey!

Ağlıyor gürültüyle; hey rahmetli Numan Bey!




Kasabanın tek doktoru topal Muvakkar.

Muvakkar'ın tek gözü birazcık şehla bakar.

"Topal doktor kalksana, lambaları yaksana,

Selim elden gidiyor, çaresine baksana."

Muvakkar'ın gözüvarmış derler annemde

Babama severek varmış derler annem de.

O zaman kaç senesi; tıp bildiğiniz gibi.

Bütün umut Allahtan; hep bildiginiz gibi.


"Zatürre. Geceyi atlatırsa ümit var.

Kışın olsa giderdi." (dışarıda ıslak bahar).

Birden gözünü açtı: karanlık pencereler,

Yağmur izleri. Selim, "Atatürk'ü gördüm,"der.

Taşrada yetişirken öğrendigi tek dildi

Türkçe, cahil Selim'in. Bu kadar diyebildi.

Oysa bilseydi (canım) biraz da Fransızca

"Voila Atatürk maman" derdi muhakkak orda.



Az gelişmiş babanın az gelişmiş tek oğlu ,

Şimdi hatırladım da gözlerim doldu.

Donuk aydınlıgında idare lambasının,

Üzerine eğilen gölgenin (babasının)

Varlığından habersiz, soluk bir ateş gibi

Küçüçük yatağında. Bir aydınlık belirdi:

"İşte güneş doğuyor. Kurtuldu, yaşayacak!"

Yamalı bir yıldızdı ilerde ışıyacak.


İzin ver Selim biraz, Hegel, Fichte diyelim,

Felsefeyle ilişkin bir de ekmek yiyelim

Böyle byurdu Kargı, thus spake King Solomon

Yerindedir bu yargı, evet haklı Platon,

Felsefeyi seviniz, fakat koparmayınız.

Demekle özetliyor: bu dünyada yalnızız.

Özür dilerim senden bu sutunda açıkça,

Çoçukluk günlerimde kapılmıştım çocukça.


Kelimenin anlamı: sevmek demek Yunanca.

Filo. Sofyayı sevmek oluyor Filosofya.

Hatırlarsın pasajda Lefter'in meyhanesi,

Servis yapar, şarkı söyler; biraz kısıktı sesi,

"O Sofya mu, Sofya mu. Sensiz içmek olur mu?"

Kır saçlı laternacı biraz mahsun dururdu,

'İn nino veritas'. Ders sofistlerden Duzikos,

Tarih felsefesinde, 'Armoniko Muzikos...'


"Gene sapıttın Selim. Seni kim durduracak?"

Söylemiştim Süleyman: ben başlamazsam ancak

Durdurulabilirim. Ayrıca fakir dilim

Bağlı hece vezniyle, taş kesildi sağ elim.

Hecenin çarmıhına çivilenmiş ellerim.

Kafiye tanrısına kurban oldum. Efendim?

"bir şarkının sonuna kadar sabredemedin."

Bundan kaybediyorum, böyle olduğum için.



Ne olur tutma artık beni hece vezniyle

Allahın, senin ve tüm sevenlerin izniyle

Çözülsün zincirlerim, tutulan kol çalışsın.

Bir espri uğruna harcatmayın, alışsın

Selim Işık insana. Söylesin şarkısını

Kesintisiz, acemi. Ey ölü ruh! kıyam et!

Beğendin mi Süleyman?"Beğenmedim devam et."


İKİNCİ ŞARKI


Orta Asya'daki pembe elipsin içinden

Çıkan kırmızı oklara binerek, Bozkurtlar (kanatlı) Çin'den

Nasıl uçmuşlarsa Tanca'ya kadar,

Ben de (altı yaşımda) dar

Ve yüksek çamurluklu tenezzühle (Ford T modeli) Ankara'ya ulaştım

Sağ salim. 'Yağmur Çayevi'nin önünde dolaştım

Uyuşan bacaklarımı oynatarak Ankara'nın toprağında.

Taşhan,

Bana dünyanın en büyük meydanı gibi geldi.

Gözüne güneş gelmesin diye elini

Siper eden Mehmetçik heykeli ne güzeldi.

Ve büstlerinden yalnız göğsüne kadar tanıdığım Atatürk

Kabartmalı ve yüksek

Bir mermerin üstüne çıkmış atıyla.

(Böylece tanışmış oldum heykel sanatıyla.)

Baba, oradaki kadın sırtında ne taşıyor?

"Bomba." Neden? "Türk yurdu topyekun savaşıyor."

Savaş cephede bitti (yirmi yıl önce).

Oysa, bir türlü bitmez okul kitaplarından ince

Sesimle okudugum

Şiirlerde (Zafer Bayramı münasebetiyle)."Oğlum,

Bu ne Şeker ne de Kurban Bayramı,"

Derken babam haklıydı,

30 Ağustos günü elini öperek ondan

Para istedigim zaman.

(Babama şiir okumayı bile düşünüyordum o sırada.)


Babam şiir sevmezdi. Evimize arada

Gelen Mimar Cemil Uluer yalnız şiir yazardı.

(Babam bu adama nedense kızardı.)

"Bir kere, mimar değil bu herif.."

Diye başladı mı, hafif

Üzülürdü annem. "Canım Numan Bey

-bey derdi babama- bu kadar şey olma (şey derdi annem sık sık).

Adamcagıza yazık."

Mimar Cemil şiir bina ederdi.

Kışlık kömürü bizim evden giderdi.

Müsteşar Namık Beyi ziyaretlerinde de arz-ı hürmetleriyle

Ve kimin okdugu belli olmayan hikmetleriyle

Dolu kitabını sunar; bir kat giyilmiş elbise alır (yazlık).

Şair ve mimar olmaktan vazgeçtim (yazık).


Sevmedim okulu önce,

'Öğretmenim' tutmadı yerini annemin (bence.)

Beni çingenelere vermek istemeseydi

Babam, bir dev anası gibi

Görünen öğretmenden kaçardım (ne iyi olurdu).

Korkuyu

Bahçedeki huysuz ve parlak kanatlı

Horoz tanıttı bana.

Bir de öğretmenim Rana.

"Kulağını çekerim. konuşma, terbiyesiz,

Yakarım ağzınızı. çişim geldi derseniz.

Kırarım notunuzu haylazlık ederseniz.

Yarına satır satır ezberlensin dersiniz."


Yorganı attım üzerimden o gece,

Çıplak ayakla taşlara bastım o gece. Kırk derece

Ateşim çıksın diye bekliyordum. Sakın

Göndermesin babam beni okula yarın,

Olur mu Allahım. -Allahım diye başlamışken

Dua edeyim hemen:

Babama, bana ve nineme

Ve apartmandaki Baha Beye, karısına ve oğluna

Ve mahalledekilere ve rahmetli dedem Hüsrev kuluna

Ve Ankara'dakilere ve Türkiye'dekilere

Ve dünyadaki bütün iyilere

Rahatlık ver.

Onların içinde (varsa eğer)

Hırsız, fena

Ve kötülük etmek için insana

Fırsat bekleyenlere

VE beni azarlayan kapıcımız Kamber'e

Ve beni bahçede korkutan horoza

Ve ezberimi bilmezsem ceza

Verecek öğretmene

Rahatlık verme.

(Ceza vermezse rahatlık ver.)




Yeter

Bu kadar. Allah kızar sonra çok istersen.

Yalnız unuttum; ne olur rahatlık versen

Galatasaray oyuncularına. Yarın

Maçları var da; yenilmesinler sakın.




"Bu çocuk ne olacak böyle. Müzeyyen? Yaramaz

Olsaydı pısırık olacagına. Hiç kimseyle konuşmaz

Sınıfta. Tek başına koşar durur bahçede. Onu

Eve kapatmak doğru mu?

Çalışkan fakat korkak." Annem üzüldü

Fakat belli etmedi. 'Öğretmenim' çok güldü

Çarpınça ağaca 'Affedersiniz'

Dediğimi anlatırken. Annem sözü kısa kesti: "Dersiniz

Başlayacak. Vaktini aldım Rana.

İnşallah büyüyünce lazım oşur vatana."

Olmadı kimseye lazım. Aranmadı

Aramayınca.

Okul boyunca

Ne futbol takımına alındı, ne sınıf mümessili olabildi.

Nedense bir yönüyle -belki de her yönüyle- saf kalabildi.

Yalnız bir korku kaldı kuşkuyla karışık;

Sonunda kötü bir şey olur korkusuyla yaşadı Selim Işık

Her olayı. Eski bir yara izi içinde sızladı, her eğilişinde

İnsanlara. Dünyaya bir daha gelişinde

Çocuk ve korkusuz yaşamak ister sürekli.

Büyümek, yalnız tutunanlara gerekli.

İkinci gelişinde çırıl çıplak dolaşacak

Kelimenin bütün anlamıyla çırıl çıplak




Hep birlikte (son sınıflar) toplandık arka bahçede.

"Çıktık açık alınla'yı söyledik bir agızdan

Müzik sınavıydı bu (toptan).

Herkes pekiyi aldı, imtihan iyi gitti

Son günüydü okulun, müjde ilkokul bitti.




Yaz sıcagında evde

Canı sıkılmasın ve

(Zararlı ilişkileri olmasın sokakta)

Kış günü

Eski hastalığının izlerini taşıyan göğsünü

Üşütmesin düşüncesiyle

Eve kapandığı zaman -yani okul dışındaki bütün saatlerde-

Divanda otururdu

Durmadan dergi okurdu.

(Siz 'libidonun Ölümü'

Filmini gördünüz mü?)

Binbir Roman, Yavrutürk,

Çocuk Haftası. "Büyük

Adam olacak." Misafirler saygıyla bakar yüzüme,

Sevgili büyüklerim: işte size bir manzume


Sabah erken kalkarım

Ne yüzümü yıkarım

Ne sokağa çıkarım.

Kışın soba yakarım

Yazın camdan bakarım

Hayattan yok çıkarım.




Öğlen olur yemek yerim

Fırçalanmaz hiç dişlerim

Acaba ne yapsam derim

Kovboy filmine giderim

Dönünce kızar pederim.




Akşam olur güneş batar

Babam hep anneme çatar

Cici çocuk erkenden yatar

Hayat sıkıcı ne kadar.




ÜÇÜNCÜ ŞARKI


Siz de benim gibi,

Günleri

Sevgiyle isteyerek

Değil de, takvimden yaprak koparır gibi gerçek

Bir sıkıntı ve nefretle yaşadınızsa, Ankara güneşi sizin de

Uyuşturmuşsa beyninizi. Ata'nın izinde

Gitmekten başka bir kavramı olmayan

Cumhuriyet çocugu olarak yayan,

Pis pis gezdinizse (o sıralarda adı Opera Meydanı olan)

Hergele Meydanı'nda bu sarı ve tozlu alan

İğrendirmediyse sizi,

Bir taşra çocugu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi,

Kaybettiniz (benim gibi)

Oysa,

Aynı Hergele Meydanı'nda

Gölgede on beş, güneşte yedi buçuga tıraş eden

Berberleri görmeden

Yalnız renkli yanını yaşadıysanız hayatın

Ve hergele ve beygir olduğunu duymadıysanız atın

Sakalı uzamış seyyar satıcılara kese kağıdı satmadınızsa,

İçinde aüt ve salebin olmadığı 'donduma kaymak'tan tatmadınızsa

(Aynı Hergele Meydan'ında)

Kazandınız. (Kimse yoktu -çirkinlikten başka- Selim'in yanında)

En bayağı ve en müstehcen

(Fakat fiyatı ehven)

Romanları kiralamak içingecesi beş kuruşa

Samanpazarı'na çıkan yokuşa

Değilde sağa sapın. Etiler'in at oynatmış oldugu Ankara'da

Hamalların gittiği Sümer sinemasıyla aynı sırada,

Pardayan, Pitigrilli ve Fantoma

Ve Hayber Kalesi ve Tahir ile Zühre bir arada

Yığılmış bir tezgahın üzerine. 'Geceleri Okumayınız'

Orhan Çakıroğlu'nun maceralarını.

Selim Işık, dünü bugünü yarını

İşte bu ortam içinde öldürdü.

Eksiklik duygusunun acısıyla güldürdü.

Ucuz düşüncelerindeki ucuz düzen, ucuz romanların ucuz yaşantısı

Ucuz huysuzlukların ucuz saplantısı

Ucuz ucuz ucuz ucuzdu.

Dalgın, sinirli, suskun huysuzdu.




Altımızda kalabalık bir aile otururdu.

Masasının üzerinde bir kuru kafa dururdu,

Ortanca oğulları tıp talebesi Saffet'in

(Sırıtan kabustu benim için.)

Ne olur şu kuru kafayı kaldırınız

Beni korkutmaya yok hakkınız

Herkes doktor olamaz ki,

Siz bana iyisi mi

Nazım'dan şiirler okuyun.

Hani şu 'Culus-u Humayun'

Diye sözlerini pek anlamadığım

Fakat mısralarının sesini sevdigim şiir,

Bir de 'Ölüme Dair'

Sonra da Liszt'in İkinci Macar Kampanasını

Ve Puccini'nin Tosca Operasını

(Canım, mandolinle çaldıgım arya)

Çalarsınız gramafonda.




Bir yumuşama gelir yüzüne

Kafatası durur gene

(Fakat bir tülbentle örtülü)

Caruso'nun eski plakta hırıltılı sesi duyulur yalnız

Sonra tıp talebesiyle kurşun asker oynarız.




Cranium fibula radius

Sacrum patella carpus

Nasıl ezberlenir Allahım

Arapça dua eden insanın Latince kemikleri?

Saffet kulun anatomiden çaktı,

Selim kulunla oynamayı bıraktı.

Alt katta bir kiracı daha: Ecmel Karakaş

Ve garı meşru karısı (yavaş

Söyle duymasınlar). Bana yüz vermiyor bahçede güzel kızı

(Oysa bahçede geçirdim bütün yazı)

Dut ağacına çıkıyor benden kaçarak,

"Sen de arkasından çıksana ahmak!"

Daha daha: pısırık, beceriksiz, korkak.




En üst katta, karrşımızda, Airf Beyin refikası

Laima Hanım ut çalardı (Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı?)

İster taşrada ister İstanbul'da olsun

İster burnunuza mangal dumanı dolsun

İster merdiven sahanlıklarınızda

Kalorifer dairesinden gelen linyit kokusu,

Hepsinden daha kuvvetli ve etkilidir dokusu

İçinize işleyen 'alaturka'nın. Küçük yaşta içirilir yavaşça

Derinin altına (çiçek aşısı gibi). Arkadaşça

Sokulur okşayarak,

'Sine-i suzanımı' eder helak

Pek tesiri duyulmasada gündüz

(çünkü o saatlerde ya kahvede vakit öldürürüz,

Ya da paydos zilini bekleriz dairede)

Saat beş oldu mu, bin altı yüz kırk sekiz metrede

Ve bilmem kaç kilosıklda başladı mı yayına Türkiye Postaları,




Yatağında zevkle inletir hastaları

Hemen fasıl heyeti,

Duyulur dört bucagında yurdun. Akşam nöbeti

Tutan sınrdaki erden,

İki kere mars oldu üstüste diye, terden

Pantolonu iskemleye yapışan pişpirik İsmail'e kadar

Herkesin cigerine mikroplu havayla birlikte dolar.




Sırtı hafif kamburlaşmış ve dar göğüslü

Tamburlardan yavaşça yayılır havaya, akşamüstü.

Efendiyi ve uşagı birlikte mesteden

Makamdan makama ve besteden

Besteye geçerekten

"Tek tek ataraktan bade süzerekten"

'Çıkmam Allah etmesin meyhaneden'

Çıkmam korkusuyla alaturkasıyla beni kahreden

İçki Evinden, ölmeden önce.

Bence

Alyuvar, akyuvar, bir de alaturkadan mürekkeptir kanımız'

Dinlerken sıkılsada canımız,

Nasıl birşeydir (acaba güzel midir?)

Kim bilir.




Benim kanıma giren başka bir sanat:

Darülbedayi'de tuluat.

(Taşırım bugüne izlerini.)

Annem, ölü doğurduktan sonra ikizlerini,

Bana gebe kaldıgının yedinci ayında,

Tepebaşı'nda, tiyaronun salaş sarayında

(Darülbedayi'de) Hazım'ın 'Lüküs Hayat' oyunuda,

O kadar gülmüş, o kadar gülmüş ki, sonuda

Korkmuş, birşey olacak diye karnındaki Selim.

Oysa Selim, bildiginiz gibi, elim

Olmak isterken gülünç oldu bu sayede

Büyük bir inhiraf oldu gayede.




DÖRDÜNCÜ ŞARKI




Baharın son günleri; kömürlükler arasında

Çamaşır ipleriyle kesilen

Üç ağaclı bahçemizin yanındaki papatyalı arsaya bitişik

Sert kaldırımlı ve yokuşu dik

Yolda, ayakkabılarımın burnunu

Çarpmamaya çalışarak sekiyorum.(Becermek mümkün değil bunu.)

Bir satıcı eşeğinin küfeleriyle sığmadıgı dar

Boğazı aşıyorum

Ve servi ağaçlarıyal kasvet

Ve daha birtakım ağır duygular veren

Küçük meydana ulaşıyorum.

Burada duvarı yıkık

Bir mezarlık ve içinde bir türbe,

(Yıllar sonra gördügüm Karacaahmet Mezarlık Bankasının -tövbe de-

Yanında küçük bir hesap sayılırdı.)

Türbenin parmaklıklarına düğümlenmiş çaputları.

Sudan çıkarılmış bir ölünün parmaklarına takılı

Yosunlar gibi görürdüm. Ve duvarın önündeki kara çalı,

Bana ölümün taştanlığını anlatan bir hocaydı kara sakallı.

Çarpık mezar taşları arasında,

Ölülerin besledigi çimenlerin ortasında

Türbedeki taş tabutlar kadar

Kayıtsızsca uzanmış çocuklar.

(Korkuları yaşları kadar)




Oysa,

Saffet Ağabeylerdeki ortanca hizmetçi Güldüm Abla,

Anlatırken ne biçimde gidilir cehenneme

Ve bakarken namaz kılan anneme

Bir eksiklik duyardım ölümün icaplarına dair

İçimde. Şair

Ve mimar Cemil Uluer, buruşuk derisi ve dişsiz ağzıyla

Gülsüm Abla daher akşam vaazıyla

Korkuturdı beni. Hayattayken sağ elle burun silmenin

ve öldükten sonra kıyamette,

(Cehennemde veya cennette)

Her kılında bir mızıka bulunan Deccal'in eşeğini bilmenin

Günah olduğunu öğremiştim.

Zavallı Selim, zavallı Selim,:

Kendi kendimi yerdim

Ne yapmalı, ne yapmalı, diye

Oysa küçük hizmetçileri Hediye.

Boş verip bütün cezalara,

Hazreti Yusuf'un kuyuya çektigi ezalara,

Adem'in buğday ağacından memnu meyveyi

Yemesine -yoksa elma ağacı mıydı?-

Kıyamet günü yanlışlıkla çevirince başını

Mızıkalıı eşeğin sesine, nasıl yanılacagına, kaşını

Fazla almanın da ayrıca günah olduğuna,

Sağ ellle temizlenen bütün pisliklerin cehennemde

Boğazına dolduğuna

Yüzünü çok yıkayan kadının

Bu nedenle alnının yazısını okuyan kadının

Başına gelenlere

Aldırmazdı. Şu karşıki apartmandaki Helen'lere

Kaçarak dudaklarını boyardı.

Benimse çok daha ciddi niyetlerim vardı.




Türbenin hemen yanında, gene dar bir sokakta,

Kerpiç bir evde, fakir arkadaşım Sabri'yle, sıcakta,

Ter ve yıkanmış kilim kokan odasında konuşuyoruz.

Pencereden giren güneş sefaleti keskinleştiriyor.Temmuz

Ayının bitkinliği ve ölüm korkusu

Kelimeleri ağırlaştırırken, terimi siliyorum

Dinsel bir korkuyla. Daha. 'Eüzü minşşeytanıracim'i bilmiyorum

Başlamak için duaya. Sabri bir din adamının yavaş

Hareketlerini taklit ediyor. Bende saygılı bir telaş,

Namaz surelerini ezberlemekle geçiriyoruz

Bizi ölüme yaklaştıran zamanı. Yıl bin dokuz yüz kırk dokuz.




Ankara'nın bütün küçük kubbeli camilerini

Ve kararmış kiremitli mescitlerini dolaştık.'İnna ateyni

Kelkevser, Fesalli lirabbike ... hüvel ebter.'

Körpe dizlerde derman biter

Yatsı namazında, yanlış mırıldanılan kelimeler sırasında

Palabıyıklı, sakallı ve yırtık çoraplı cemaat arasında

Dini bütün iki Türk çocuğu yatar kalkar.

Sürekli (kendine amansız.) İlahiler, dualar...

Allahım peşinde

Yirmi bin fersah. Temmuz güneşinde, ağustos güneşinde,

Kirli şadırvanların çamurlu taşlarına

Uzatırlar ayaklarını yalnız başlarına.

Tozlu ayakları çamurlaştıran sular,

Avuç içinden bileklere, dirseklere kayar.

Hangi elimle yıkayacaktım hangi kulagımı?

Ne tarafa dönecektim "Selamlasana sağını!"

Pabuçları çalarlar mı dersin Sabri?

Duydun mu gazetedeki haberi

Pabuç hırsızlarına dair ?

"Haydi Selim, herkesle brlikte çevir

Sola başını." Neden Sabri bu ilahiyi öğretmedi bana?

Hiö olmazsa biraz dudaklarını oynatsana!

Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu.

Öğle namazında güneş yakar Allah deyu deyu.

Geç katıldı bu kervana, Allahım yakındır sana,

Bir o yana bir bu yana, bakar Allah deyu deyu.

Burası Allah yapısı, açılsın cennet kapısı,

Bu imtihansa hepisi çakar Allah deyu deyu.

Bu kervanda herkes yaya, rastlanmaz beye, ağaya,

İnsan aklını duaya, takar Allah deyu deyu.

Dualar bağlı toprağa, düşünce saplı batağa,

Gene camiden çıkar sokağa Allah deyu deyu.




Selim Işık yaz dindarı, yetti ona bu kadarı

Cemaat kışın ne yapar, bilmez artık o kadarı

Hacı Bayram Camisi'nin çevresindeki küçük evlerden birinde.

Yeni bir rüzgar esti (Olumsuzluk rüzgarı). Yokluk Tanrısını emrinde.

Yeni bir savaşa katıldı bütün kavgaların yedek neferi Selim

(Ben neyim, ne değilim?)




Herkes mutlu ve sorumsuz

Herkes olumlu, ben olumsuz.

Yaşıtlarım artık uzun pantolon giymenin

bağımsızlıgını yaşarken

Okulun paydos ziliyle hemen sokaga taşarken

Yıkıcı fikirleriyle aklımın ince örgüsünü karıştıran

Otuz üç yaşında benimle söz yarıştıran

Nihat Ağabeyin yanında işim neydi?

Gene böyle yıldızlı ve ılık bir geceydi

Kardeşim Süleyman; "Hiç, ama hiçbirşey yapmadık," derken

Karşımda, bardak bardak koyu çay ve paket paket ucuz sigara içerken

Çırpınıyordum: Dumlupınar, Sakarya

İstanbul'un fethi, Kosova

Birden başını kaldırıp gülümseyiverdi

Kara bıyıklarının arasından ışıyan beyaz dişleri

Bütün inançlarımı eritti.

Anlıyorsun, bilinç, inanç, bugünün sözcükleri

O, şuur ve tahripten bahsederdi.

Bunca Türk büyüğünün -bir kitaba göre elli kadardı-

Kazandığı bütün savaşları kaybettim orada,

(Ahşap evin beyaz perdeli odasında)

Ne Mohaç, ne Mercidabık, ne yeni, ne sabık

Zaferlerimiz dayanamadı. Yalnız kromda ve güreşte birinciydik artık.

Eski kahramanlklardan başka

İleri sürecek neyimiz kalmıştı dokuz yüz kırk dokuzda.

Selim Işık yenilmişti, bitmişti.

Neyse tam o sırada , Marşal Amca yetişti.




BEŞİNCİ ŞARKI



Tutunamayanların destanıdır bu şarkı

Dostum Süleyman Kargı.

Eller boşta kalıyor, tutunamıyorlar toprağa

Anlatamıyorlar anlatılamayanı.

Anlatmak gerek: Düşman sarmış her yanı

Oysa, mesela Selim Işık

Anlatmadan anlaşılmaya aşık.

Böyle adama

(Darılma ama)

Yaklaşmaz hiçbir güzellik,

Doğduğu günden bu yana kalbinde bir delik,

Almak için bütün sızıları içine.

Her zaman utanmıştır başkalrı yerine.

Elim varmıyor yazmaya, inmeyelim derine.

Taş devri, Sabri devri, Nihat devri, Tunç devri

Aşık oldu -söyleyemez- utanç devri.

Hep utandı hayatı boyunca,

(Annesi yıkamak için soyunca)

Sınıfta birinci olduğu gün, eve geç kaldım, diye üzüldü.

Canı sıklıdı güldü, kalbi incindi güldü.

Allahı ya da ona engel olan gizli kuvvetleri

Hiçbir zaman kızdırmak istemedi.

Küçük pazarlıklar yaptığı,

Camide korkarak taptığı

Zamanlarda sürdürdü bu uzlaşımcı varlığı.

Annesinin yün fanilasına taktıgı nazarlığı

Çıkaramadı yıllar boyunca. İlk defa domuz eti yerken

Arkadaşlarını ısrarlarıyla geneleve giderken,

Hep ONUNLA (O kimdi?) bozmamaya çalıştı arayı,

İki gün oruç bile tuttu bir Ramazan ayı.

(Sapı silik ve tutuk bir tabancaydı.)

Bir gün ölürse, ona vatan bir mezarlık yer verecek.

Oturdu bir destan yazdı; kendini yerecek.

Sazını ve cesaretini aldı eline (bütün cesareti,

Daha kötü bir şeyler olması korkusundadır).

Canını dişine takarak,

Yazılmış eski destanlara bakarak,

Sözü uzattı durdu.

İşte şöyle buyurdu:

Numanoğlu Selim derler adımız

Gürültüye geldi her feryadımız

Nedense tamamdır itikadımız

Dikilen her kumaş bol gelir bize



Çocukken güneşin tadını bilmedik

Büyüdük kadının tadını bilmedik

Bizi anlayacak kadın bilmedik

Sevgisiz bir hayat çöl gelir bize



Bize öğretilen her söze kandık

'Yasaktır' 'Memnudur' dendi, inandık

Hep 'Girilmez' levhasına aldandık

Bu tutulan, yanlış yol gelir bize



Benim cefalı yarim kafamdır

Divanda düşünmek bütün safamdır

Mülkiyet benimçün büyük evhamdır

Senin olanları nideyim gayrı



Dostun vefalısı bütün isteğim

Kız peşinde olan dostu nideyim

Her an yaşamalıyım kendi gerçeğim

Kendi içimdeki indeyim gayrı


Dostlar dedi: bu can bizden değildir

Düşman kırdı, oysa buzdan değildir

Çare yok dünyadan gideyim gayrı


Bana ilham getirdin

(Hem de yaktın bitirdin)

Ey! Elesius dağlarından esen rüzgar

Kıssamız burada biter

Bu kadar.
BİR COĞRAFYADIR İNSAN
Yalnızlık insanın coğrafyasıdır
bir dalın kırılırken çıkardığı ses
bir yaprağın sararıp kuruması
yalnızlıktandır hep.
Ağaçlar
acemi bir kuş konunca dallarına görürler
ama
en çileli yalnız olduklarını bilmezler
insanın coğrafyası da
tarihiyle büyür
kaç İstanbul fethederseniz edin
o kadar yalnızsınızdır içinizde
hiçbir İstanbul
yalnızlık kadar büyük değildir.
sevdalanmak
iki kişinin ebruli halidir,
yeni bir rengidir yalnızlığın
hep
geç kalmışlığın tarihiyle beraber
üst üste çekilmiş resimlere benzer
denizin mavisi durduk yerde soluyorsa
suya değdir yüreğini
esirgeme.
Aşık olmak
kendini sorgulamaktır aslında.

13 Ekim 2016 Perşembe

İnsan zayıf güçsüz izansız yaratılmışsa buna yaslanıp yaşamak mı gerek?Ağaçların altından sözsüz geçmek,üstüne akan çam recinelerinin akıttığını toplayamamak ,gece öten kuşa derdini,yavaşça suya giren ördeğe suyu soramamak ne zor.Bir kainatın aptalı geliyor mu diyor şu iri taş ,çam bana mı silkelendi.

10 Ekim 2016 Pazartesi

Tepeden yuvarlanan taşın yol alışı ,öğle güneşi , sıcak , darlaşan ikindi ,hayat bazen  işte bir hışırtı , bir kuşun iç çekişi ,uzaktan bir kanat sesi ,acaba o çobanlar ,bir zamanlar dağdan dereden kayarak geçenler ,yerde  bir kiremit parçası , birinin yere düşmüş bir parça anısı  ,kimden kime bir hayal olarak kalacak.İnsan kendini kime ne olarak bırakacak?

4 Ekim 2016 Salı



attila ilhan

bir namlu kımıldadı kurşun su gibi aktı
trafik lambaları yeşilden sarıya geçtiler
birden nasıl düştüm farkına varamadım
ayaklarımdan tutup sanki yere çektiler
meğerse vurulmuşum seni görünce anladım
yüzün cam yeşili gözlerin bütün ıslaktı

sevim senden başka bir kızla çıkmadım
ışıklar nereye saklandılar bilemiyorum
dudakların gölgeli gittikçe gölgeli
gittikçe yalnızım galiba ölüyorum
kurşunun fena bir yerime değdiği belli
ağzım kurumuş kan içinde bıyıklarım
uzandığım kaldırım gündüzden sımsıcaktı

sağa sola savrulmuş ders kitaplarım
bunlar benim miydi bunlar benim miydi
ölümün yaklaşması hayatı değiştiriyor
tuhaf şey dünyaya nasıl yabancılaştım
oysa sevişmek güzel çalışabilmek iyi
fakültede boykot yarın sona eriyor
sınavlar belki de öbürgün başlayacaktı

sevim senden başka bir kızla çıkmadım
sevim seni sevdim yeri geldi söylüyorum
şöyle bir dokunman insanı dinlendiriyor
kimde var bu soyulmuş muz güzelliği
bu gece derini gözler içinden çıkamadığım
belleğime işlenmiş bu başak inceliği
biraz daha sokulsana galiba ölüyorum
içimde ağır ağır bir çınar devriliyor
yoksulum mutluluğum seninle yaşamaktı

karanlık bir tren sonra ansızın kalktı

 Hiçbir şey istemiyorum. Münir Nurettin Selçuk istiyorum: Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın. Hedda Gabler’in en sevdiği şarkı bu. Hiç ...