21 Ağustos 2015 Cuma

Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir

Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç

Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de

Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle

Ve yarışırsa ancak Monet'nin

Kadınlarına yaraşan giysilerinle

Gördüm de

Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.


Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde

Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde

Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında

Öyle kısaydı ki adımların

Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle

Ölçülür ve denk düşerdi ancak

Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.


Yok bir yanıtın "nereye" diyenlere

Bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın

Ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere

O bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun

Sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden

Yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle

Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.


Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki

Hani Etiler'den Hisar'a insek bile

Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın

Çok yaşında her zamanki çocuksun gene

Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.


Mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar

Mutfağın mutfak olalı böyle

Bir adın vardı senin, Tomris Uyar'dı

Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene

Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma

Oysa güneş pek batmadı senin evinde

Söyle

Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.

Edip Cansever

20 Ağustos 2015 Perşembe

 Korkuyorum Bilge. Oysa, büyük işler yapmak istiyorum. Ben filozof olmak istiyordum Bilge. Piyano da çalmak istiyordum. Kadınlar gözlerini kapayıp beni dinlerken ellerimi tuşların  üstünde gezdirerek hüzünlü şarkılar söylemek istiyordum. Sesim de güzel olmalıydı. Şimdi size küçük bir bestemi çalacağım, bakalım beğenecek misiniz? Kadınlar, küçücük elleriyle alkışlıyorlar beni; hepsi de heyecanlı. Evet, diyorlar. Hikmet siyahlar giymiş; hava da sıcak, ama terlemiyor. Basit insanlar terler böyle durumlarda. Aynı zamanda koşuyor: On kilometreyi otuz dakikanın altında koşuyor. Topu ortaladı, gol oluyor: Kimseye değmeden top kaleye giriyor. Koşuyorlar, köpek havlıyor. Altı mı oldu? diyorlar. Sekiz oldu. Herkes birden alkışlıyor: Seyirciler, kadınlar. 
Yüzüm, günden güne hiç değişmediği halde (bunu, her sabah aynada yaptığım gözlemlerle biliyordum), resimler arasında vahim farklar vardı. Bu değişikliği, yüzümde izleyemediğim için üzüldüm; hiçbir şeyin gelişimini (ya da çöküşünü) izlemek mümkün olmuyordu. Fotoğraflarımda, hep bir şey düşünüyor gibiydim. (Günlük tutmalıyım; hiç olmazsa düşüncelerimin gelişimini ya da çöküşünü izlemeliyim.) Birdenbire kendimi bu evde bulmuştum sanki. Daha önce ne olmuştu? Sanki, kime yazıldığı bile belli olmayan bu mektubu almadan önce yaşamamıştım, şimdi zaten yaşamıyordum. Bütün hafızamı, hayal gücümü zorluyordum; geçmişe ait bir şeyler hatırlamak, bir şeyler görmek istiyordum. Olmuyordu
Başlayıp da yarım bıraktığım bir sürü teşebbüs, evin her tarafına dağılmıştı. (Sanki kafam da onlarla birlikte çekmecelere, dolaplara, sandık odasının eşyaları arasına dağılmıştı. Kafamı toplayamıyordum bu yüzden.) Her şeyi düzene koymaya, hayır daha önce ayıklamaya, hayır en önce nerede ne varsa bulup çıkarmaya, hayır hayır hepsinden önce evi dolaşıp, hafızamı yoklayıp nerede ne olduğunun tam listesini çıkarmaya karar verdim. (Her zaman böyle, tersine işlerdi kafam.) 
Sonra, vazonun dışında eşyayı, çevremi gördüm; demek, düşünmem bitmişti, (insanın, sürekli yaşadığını hissetmesi için, bazı değişmez ölçülere başvurması iyi oluyordu.) Sonra, birden o zarfı gördüm. Koridorda bulunan tanıdık eşyanın dışında tek yabancı şey olduğu için, onu. hemen gördüm: Rafın üstünde duruyordu. İçine oda kapılarının anahtarları konulduğu için vazonun yeri orasıydı, taşı bittiği için bir aydır kullanamadığım çakmak da bıraktığım yerdeydi; tuvalete giderken yanıma aldığım bir kitap, kırık olduğu için salona alınmayan heykel, bin iki yüz liralık hesabımın olduğu bankadan yılbaşı hediyesi sigara tablası (onun içine sigaramı yalnız, ayakkabılarımı giyerken koyardım)... hepsi yerli yerindeydi. Demek ki, üstü yazılı olmayan bu zarf yeniydi. (Bu 'demek ki'ler beni her zaman rahatlatırdı.) Fakat ben oraya zarf koymazdım. Çünkü zarfım yoktu evde. Çünkü kimseye mektup yazmadım. Çünkü kimse bana mektup yazmazdı. Korktum. Çünkü, 'demek ki' diyemeyeceğim bir yerlere gelmiştim. İçime bir ağrı saplandı. Ne olurdu bir 'demek ki' daha diyebilseydim. Zarfı, olduğu yere bıraktım. Çevremde bir 'demek ki' aramaya başladım ümitsizce...
Korkuyorsan, neden bu kadar uzakta yaşıyorsun şehirden? Neden üç evli sokağın en ucundaki evde oturuyorsun? Son kaldırım taşından bile elli beş adım ötede ne işin var?
Artık eski şakacılığımı da kaybetmiş olduğum için, şimdi hissettiğim istihzayı da duymuş olamazdım. Fakat, köpeklerle aramızdaki gerginliğin de böyle bir sırada patlak vermesi iyiye yorumlanamazdı. Bütün bunlar, benim sokağa yakın olmuştu; evlerin kalabalık olduğu son sokakta havlamışlardı bana. Köpekler evimin kapısına kadar gelemezler diye düşünüyordum; benim sokakta üç ev vardı, yani üç çöp tenekesi vardı. Hayır, orada barınamazlardı. Bu sokakta ancak ben barınabilirdim. Benim de sebeplerim vardı. Köpeklerin böyle sebepleri olamazdı, onlar düşünemezlerdi. Ben, kendime göre durumu açıklayabiliyordum. Başkalarına anlatılması güç de olsa, bu açıklama düzenim, öyle her insanın kolayca ulaşabileceği cinsten değildi. Ayrıca köpek meselesinde olduğu gibi, bazı durumlarda kökten sarsılıyordu bu düzen. Bu nedenle, köpeklere gereğinden çok kızdım; bu kızgınlığımın büyük bir kısmı da havlamalar bittikten sonraki döneme rastladı.
Selim, insanın yaratıcı hayal gücünü öldürüyordu. Kambur duruşu, dağınık saçları ve ütüsüz elbisesiyle Selim, insanı can sıkıntısı ve ümitsizliğe sürüklüyordu. İnsan ona bakınca, gerçi bir süre
kendinden memnun oluyordu; fakat sonunda canı sıkılıyordu.Selim de can sıkıcı ve hayal kırıcı görünüşünün, insana yeni heyecanlar ilham etmeyen pısırıklığının farkındaydı.Her gece yatakta bu durumdan kurtulmak için Allah’a yalvarıyordu:omuzları biraz daha genişleyemez miydi? Gittiği partilerde bir kenarda oturup surat asmamak için acaba onadans öğretilemez miydi? Allah, Selim’e dans öğretmeye pek niyetli görünmüyordu. Her şeye kadir  olduğu halde böyle küçük işlerde bile kullarına yardım etmiyordu. Üstelik bu işlere Metin’i memur ediyordu ve Metin de Selim’in beceriksizliğiyle alay ediyordu: Selim’in hiçbir şey öğrenemeyeceğini söyleyerek gülüyordu. Selim ise, kendini Metin’e beğendirmek için çırpınıyordu. Bir yandan da Allah’a başvurmayı ihmal etmiyordu: çok zayıftı, biraz daha kuvvetlenemez miydi? Metin, izci takımında trampet çalıyordu, Selimde trampet bölüğüne alınamaz mıydı? Allah susuyordu.
Utanç devri, tutunamayanların (disconnectus erectus) ortaya çıktığı tunç devrinden hemen sonra gelen tarih öncesi bir dönemdir. Selim Işık, modası geçmiş bir yaratık olduğu için bu dönemi günümüzde yaşamaya çalışmıştır.Utanç devri bugün bütünüyle yürürlükten kaldırıldığı halde,Selim kararın ilanı tarihinde bir dalgınlık eseri olarak durumdan haberdar olamadığı için, eski kararın gereklerine göre hareket etmiştir. Yaptığım etraflı araştırma sonunda utanç devri olaylarına Metin’in birinci derecede karışmış olduğunu öğrendim. Metin’le yapılan görüşme ve kendisinin
yazılı olarak verdiği bilgilerle, durumu aydınlatmayı başardığımı sanıyorum. Tunç devri için konulan yeni kanunların uygulanmasında karşılaşılan güçlükler, bu devrin bilinmeyen bir tarihe ertelenmesiyle sonuçlanınca, utanç devrinin ağır şartlarına boyun eğmekten başka bir çare görülmemişti.Metin’in varlığıyla büsbütün ağırlaşan bu şartların yarattığı ortam, Selim’i kaçınılmaz bir yaşantıya sürükledi.
Sayfa 431

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Korkuyla beklemek ,korkuyu beklemek gereksizdi; çünkü dünyanın yarıçapını ve İstanbul'un fethini biliyordum.Üç çeşit yönetim biçimi vardır anlıyor musunuz; Mutlakiyet , meşrutiyet,  cumhuriyet.Bunun dışında hiç bir şey yoktur, varsa da bunlardan birine girer.Dünya basık bir yuvarlaktır ve yer çekimi diye bir kuvvet vardır anladınız mı?(Bağırıyordum) Ben liseyi bitirdikten sonra üniversiteye girmek istedim, babam ölmeseydi ,birden kendimi yorgun hissetmeseydim.Annem de çok isterdi okuyup adam olmamı, para kazanmamı ; bu yüzden serbest bir meslek seçtim ve başarıya ulaşamadım.(Önemi yok önemi yok) Memur da  olsaydım  başarıya ulaşamayacaktım; zaten memur olmak başarıya ulaşamamak demektir.Bana öyle söylemişlerdi.Memurun kamuyla bir ilgisi vardır: çünkü  ona kamu kesimi denir ,ben serbest kesimdeyim.Çok kazanmak istiyordum :fakat bu dünyada biliyorsunuz ancak işini bilenler kazanır.Ben de işimi bilmek istiyordum.Bu yüzden çok okuyordum.Bir çok şeyi biliyordum.Şimdi bildiklerimi unutmamak için büyük bir savaş veriyorum.
Sayfa 81
Büyük bir fırtınaya tutulmuştum.Evet yabancılarla dolu,bana yabancı olanlarla  dolu, uçsuz bucaksız bir denizin ortasında yalnız başıma kalmıştım.Düşündüm .Avucuma aldığım nohutlara bakarak hayatımı ne işe yaradığını bilmediğim zavallı yaşantımı düşündüm.Nohut ve makarna gibi bir araya getirilemeyen parçalardan oluşan günlerime acıdım

18 Ağustos 2015 Salı

Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor;kolum bacağım tabiri caizse başını alıp gitmek istiyor.Fakat alıp gitmek istediği baş onun değil ki.Bütün organlarım böyle hastalıklı bir başın buyruğunu dinlemek istemiyorlar.Hastalıklı beynimin de oyunları var:Büyük hayaller kuruyor ve ne yazık ki beceriksiz organlarıma söz geçiremiyor.Onlar da aklımın yaşantısını rezil ediyorlar.

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Sokak boşalmıştı. Hüsamettin Bey pencereden çekildi, divanın üstüne oturdu, biraz ağladı.Sonra masanın başına geçerek Hikmet'in çekmecesini çekti, bir iki kağıt çıkardı.
Muhterem gazetenize,
Bugün oturduğum evde elim bir hadise cereyan etti...
....Bizim mütevazi muhitimizde Hikmet dostumuzu tutmak için sarf ettiğim gayret maalesef müspet bir netice  tevlid etmemiştir.Hikmet Bey kardeşimiz bir yıldız gibi kayıp düşmüştür.
                                                                                             Bilvesile hürmetlerimle
                                                                                              Emekli Albay
                                                                                              Hüsamettin Tambay
                                                   Elim Bir Zayi
Merhum Süreyya Hanımın ve muhasebe-yi hususiye memurlarından merhum Hamit Beyin oğulları Ticaret Geliştirme Şirketinin bir zamanlar muhasebe yardımcısı mahallemizin sakinlerinden eşşiz dost ,iyi insan, örnek arkadaş,müşfik kardeş,mütevazi komşu v.b mümtaz insan
                                                  Hikmet Benol
elim bir kazayı müteakip derhal vefat etmiştir.Kederli arkadaşlarına başsağlığı dileriz.
                                                                                                       Komşuları
                                                                                                  Hüsamettin Tambay
                                                                                                             ve                                                                                              
                                                                                                   Nurhayat Hanım
Not:Bu ilan için iki güne kadar bizzat matbaanıza gelerek size elli lira takdim edebileceğim.Mütabakisini de ay başında üç aylık maaşımı tahsil edince hemen ödemeyi taahhüt ederim.                                                                               H.T
Anlamıyorum diye mırıldandı Hüsamettin Bey .Neler olduğunu hakikaten hatırlamıyorum Hikmet.Sen bana müsait bir zamanda anlatırsın olmaz mı?İtiraf edemediğim bir eksiklik hissi var içimde, Hikmet oğlum .Sanki herşey başka türlü olabilirdi,başka türlü oynanabilirdi.

14 Ağustos 2015 Cuma

Sevgi, uzun bir kış uykusuna yatmış gibiydi; uzun boylu bir kahramanın kendisini öperek uyandırmasını bekliyordu.
 Çok kitap da okumamıştı; sadece Nursel Hanımla birlikte yaşadığı gürültülü hayat sırasında bazı kitaplardan bahsedildiğini duymuştu. Bahsedenler de genellikle bunları başkalarından duymuş oldukları için, kitaplar hakkında da fazla bilgi edinememişti. Ev kadınlığını da öğrenememişti; erkekleri çekecek hayat kadınlığından da uzaktı. Bazı haksızlıklara uğramıştı; başka söylenebilecek bir şey yoktu. Solgun yüzüne bakan erkekler, orada dinlendirici bir manzara bulurlardı. Bir gece çok sarhoş olan bir ressam, yanındakine, «Bu kızla evlenmeli azizim,» demişti. «İnsan sanatoryuma girmiş gibi olur.»
Syf 231

13 Ağustos 2015 Perşembe

Az kalsın kitap okuyamamak şeklinde ortaya çıkan bir hastalık var mı diye soracaktım ona.Allah'tan hemen vazgeçtim.
İnsan beyninin böyle farklı güçte olması ,birinin yazdığını ötekinin okuyacak kadar bile bir zekaya sahip olamaması çok üzücü.
Turgut ,matematiğe akılları ermiyor ama sezgileri yerinde ,diye düşündü.Ne yazık bir kaç yıl sonra büyüyecek ve sezgileri zayıflayacak.Kötü bir devre.Ya hep küçük kalsalar ya da birden büyüseler.Bu yavaş büyüme dayanılmaz bir şey.Yanınızda yetişen bir şeyin siz anlamadan büyümesi.

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Annesinin oturduğu koltukta sanki kocaman bir delik vardı artık.Sanki bir duvar yıkılmıştı.Gerisinde bu büyük ve karanlık ve ürkütücü boşluğun bulunduğu bir duvar.Bu duvar korumuştu onu yıllarca karanlıktan .Artık bir şey görmek mümkün değildi.Artık onu kimse anlamayacaktı.Artık onunla rahatça alay edeceklerdi.Artık ona daha kolay saldırabileceklerdi.Artık onu ezip geçebileceklerdi. Artık onun başına gelen haksızlıklara sessizce karşı çıkan tek varlık yok olup gittiği için (bunu düşünmek ne kadar günah da olsa evet yok olup gittiği için ) onu dinleyemeyeceklerdi.Kelimeleri bulmakta zorluk çektiği zaman içlerinden istihzayla gülümseyeceklerdi. Hem küçümseyeceklerdi hem acıyacaklardı artık.Zavallı kız diyeceklerdi; bir yandan da onun yanından kaçmak ,onunla birlikte olmamak için can atacaklardı.Hayır önce acıyacaklardı ve bu acımaları yüzünden onun daha küçülmesini daha zavallılaşmasını bekleyeceklerdi.Çünkü şiddeti artmayan bir zavallıktan çabuk uslanılırdı; böyle bir insanın sağladığı heyecan kısa bir süre sonra sönerdi.İnsan kendisine acındıkça alçalmalıydı.Üstelik Sevgi'nin  bir de başını dik tutmaya çalıştığını, küçük boyuna bakmadan ,uzun boylu normal bir insan gibi yükselmeye çalıştığını görünce ,omuzlarını silkerek uzaklaşacaklardı.

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Geriye, sandalyeye döndü. Herhalde çok geç kalmış olmalıydı. Hemen gömleğinin yakasını ve kol düğmelerini çözdü. Büyük bir torbayı çıkardı başından. (Yarabbi! Ne kadar çok şey giymişti üstüste.) Kısa bir süre bu çuvalın karanlığında kaldı. Sonra, yerdeki yığının yanma bıraktı onları. Çekingen adımlarla yatağa yürüdü. (Önce yanına yatmalıydı tabii. Aceleciliğinden utandı.) Bilge ona yer verdi. Neredeyse teşekkür edecekti Bilge'ye. (Here I come desene. Şimdi olmaz.) Kararsız kollarıyla ona sarıldı. Bilge ne kadar değişik kokuyordu. Tam çıplak olmadığını hatırladı birdenbire: Saatini çıkardı. Sonra bir süre kendini unuttu. Kendisiyle birlikte, kafasında daha önce yaşamış olduğu birçok Bilge'yi de unuttu

4 Ağustos 2015 Salı

Yalnız bir erkeğin giyinişindeki acımasız sertliği beceremezsin. Hitler'e bak, Musolini'ye bak: Kılıkları ne kadar beceriksiz ve zevksiz bir düzen içindedir. İhmalcilikleri ne kadar gerçektir. Elbiseleri üstlerinden sarkar. Evlerini bile ne vahşi bir görgüsüzlükle döşerler. Yalnızlığın görgüsüzlüğüdür bu. Sınıflarını bulamamış insanların derbederliği içindedirler. Birbirlerini sevmeyen evlilerin de görünüşü böyledir.Dağınık yaşantılarında hiçbir güzellik  yoktur. Tek başına düşünme katılığının kokusu her tarafa sinmiştir. Ağır bir günün bunaltıcı, öfkelendirici yaşantısı bitince eve dönen evli ve yalnız bir erkek ne yapacağını bilemez; horgörülmelerin, aşağılanmaların intikamını alma susuzluğuyla yanarken çevresinde yatıştırıcı en küçük bir ayrıntıyla karşılaşamaz. Hırsla çekiştirerek çıkardığı elbiselerinden alır intikamını. Apokalipsin Dört Atlısı, dünyanın en kötü giyinen erkekleridir.

 Hiçbir şey istemiyorum. Münir Nurettin Selçuk istiyorum: Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın. Hedda Gabler’in en sevdiği şarkı bu. Hiç ...