18 Mart 2008 Salı


Evet, başlangıç iyi olmamıştı albayım: Ne evlenirken, ne de bu eve gelirken. Eşyamı buraya taşımadan önce, bir kamyon filan ararken, biraz alkol almıştım albayım. Evlendiğim gece de içmiştim yeni akrabalarımla birlikte. Evlenmeden birkaç gün önce, bütün eski silah arkadaşlarımla bir içki sofrasının çevresinde toplanmıştık. (İnsan birbirine benzeyen bütün yaşantılarını kesintisiz sürdürmeli albayım; çok uzun bir gün boyunca, hayatının bütün içkilerini içmeli meselâ.) Evet albayım, ben birkaç gün sonra evlenecektim; bunu kimse bilmiyordu içki sofrasında. Kimseye söylemeye cesaret edememiştim. Gecekonduya taşındığım zaman da kimsenin haberi olmadı. Birdenbire karar vermiştim. Cebimde birkaç kuruşum vardı. Nazmi’nin evinde toplanmıştık. Paramı hesaplamak zorundaydım. Bir somya elli liraya alınır; yatağıyla birlikte, bilemedin yüz elli liraya çıkar. Bir iki mutfak eşyası, komodin, kitaplık. (bunları alacak kadar param vardı.) siz de bir rastlantı eseri olacak -herhalde sigaranız bitmişti- kapının önünde duruyordunuz albayım. Hayır, durmuyordunuz; adımınızı, bakkala gitmek üzere dışarı atıyordunuz. Ben, tam o sırada kapının önüne ulaşmıştım: Komodini taşıyordum.

Kamyon biraz uzakta durmuştu evden. Şoför, daha ileri gidemem bu bozuk yolda beyim, demişti. Bense çok ileri gitmiştim albayım. Evlenmeye karar vermiştim. Çocuklarla, eski silah arkadaşlarıyla iki şişe konyağı bitirmiştik. (hiçbir şey yemedik içkinin yanında.) İnsan, arkadaşlarına nasıl haber verir evleneceğini albayım? Sizin orduda, iç hizmet talimatnamesinde yazar mı? Sen askerde benim elime düşecektin de Hikmet... Geçmiş olsun albayım. Evlenme kararımı silah arkadaşlarımla birlikte almadığım için onlara ne diyeceğimi bilemiyordum. Durumda bir gariplik seziliyordu. (ben seziyordum.) Konuşabilmek için sarhoş olmamı bekliyordum. Sonra, beni gördünüz gecekondunun kapısında albayım. Ne düşündünüz? Babacan bir tavrım vardı değil mi? Hamalın sırtına vuruyordum. (çok homurdanıyordu da ondan.) Sonra beş lira fazla verdim adama. (samimiyetimiz bozulmasın diye.) Birden elimi cebime attım ve nikâh davetiyelerini çıkararak, herkese dağıtmaya başladım. Zarfların üstünde, silâh arkadaşlarımın adlarını önceden yazmıştım. (iç hizmet talimatnamesine uygun olsun diye.) Gülümsemeye çalışanlar oldu; Nazmi de ‘ev sahibi sıfatıyla’ içeri koştu ve bir fransız konyağı getirdi. Kızın adı ne? diye bağrıştılar. Allah sizi inandırsın albayım, birden söyleyemedim; bir an için hatırlayamadım.Bir iki saniye kadar. Sonra, boğuk bir sesle, sevgi, dedim. Mırıldandım adeta. güzel bir isim değil! diye haykırdılar; Beylik bir isim! nereden buldun? diye bağırdı Dumrul. (adını ben bulmadım. kızı canım. ya öyle mi?) Çocuklar çevremi sarmıştı albayım; Gecekondu çocukları işte. Kılığımı yadırgamışlardır. Siz de albayım, bakkala gitmeye kararlı ayaklarınıza, rahat! komutu verdiniz ve bana döndünüz. Sen, benim emir subayım olsaydın, ayaklarımın altında çiğnerdim seni Hikmet! Çizmesiz olsun yalnız, albayım. (albayım artık bir baba gibi seviyor beni. bana iyice açıldı.) Ne rezil adamsın Hikmet. ‘herif’ demeliydiniz albayım. (neyse geçelim albayla aramızdaki ilişkinin ayrıntılarını.)Ben hafifçe terliyordum; içkiden olacak. hangi barda çalışıyor bu Sevgi? diye sordu Dumrul. (inanmıyorlardı bana.) Daha baştan hayır yoktu bu işte. Siz, kim bilir, orduevinde tangolar arasında ne mutlu bir başlangıç yapmışsınızdır albayım. O zaman daha teğmendiniz. Ben daha dünyaya gelmemiştim. Doğmuş olsaydım muhakkak gelirdim: bir limonatanızı içer, bir pastanızı yerdim. ‘kuru pasta’ da var mıydı albayım? Hikmet! sana, köpek diyeceğim neredeyse. Hav hav albayım. Sen askerlik yaparken ben neredeydim Hikmet? Ortaşark ve osmanlı tarihi çalışıyordunuz odanızda gizlice albayım. Teğmen içeri girince de kitabı kaparken öksürüyordunuz: Durumu kurtarmak için. Allah kimseyi senin diline düşürmesin Hikmet. (silah arkadaşlarımın da diline düşürmesin.) Albayım! buyur oğlum Hikmet. üç yıl sonra size ‘generalim’ diyebilir miyim? Allah cezanı versin! Eski arkadaşlarımın da albayım. Fransız konyağını da bitirmiştik. Aptal herif! dediler, Seni de kaybettik. İnsan daha önce haber verir; koyu renk elbiselerimizi giyerdik. (ben aslında bu alayların farkında değildim o sırada; durmadan gülümsüyordum. Benimle ilgileniyorlardı ya, gerisine aldırmıyordum.) Onlar da içmek, bir şeyin şerefine içmek, kısaca içmek için bir bahane bulmuşlardı. Kimseye haber vermemiştim; demek ki ben de bu işin içinde, daha başlangıçta, yürümeyen bir şeyler seziyordum. Üstelik tek başıma kalmıştım. Bütün eşyayı o zayıf hamalla birlikte ben çıkardım. Kimse, teklif ettiğim paraya razı olmamıştı; tükürür gibi, başlarını öne eğmişti bütün hamallar. Eşyayı kamyondan indirirken mahallenin çocukları çevremizi sarmıştı: adama bak, diyorlardı. (mahalle çocuklarıyla hiçbir zaman başa çıkamamışımdır.) Dumrul da tutturmuştu, Sevgi adı takmadır diye; asıl adı Hasibe filanmış ona göre. Ağzını topla, demiştim Dumrul’a. Hem seviniyordum, hem mahzundum. Bunlar benim arkadaşlarımdı. sizi akşam yemeğine çağırmam ben de, diye söylendim içimden. (zaten çağırmayacaktım, aile içinde bir toplantı olacaktı.)

Hiç yorum yok:

 Bakkala gidiyordum. Sevgi’yle benim bakkalıma mı? Yoksa bakkal Rıza’ya mı? Bakkallar da hep birbirlerine benzerler. Ne yapıyorsun? dedi Sev...