Aman elini unutma, elinden bir kaza çıkmasın. Bir de ne olur, kelimelere dikkat et, yalvarırım kelimeleri unutma!
4 Aralık 2015 Cuma
Okuduğum şeylere ya da tabiatı sevenlerden duyduğuma göre,günlük yaşantının akışı içinde sevmek gerekiyordu tabiatı.Son günlerdeki yaşantım içinde bu akışı sağlamak da oldukça zordu.Tabiattan payıma düşen çok az şey kalmıştı.Ömrümü eşya ile geçiriyordum.Eşyayı da sevmiyordum galiba.Daha doğrusu ,eşyayı insanlarla bir tutuyordum,ikisiyle de aramda yalnız benim bildiğim ve başkalarına açıklanması güç meseleler vardı.
Evet gökyüzüne bakmıştım, yuvarlak ve parlak ve ışıklı bir daireden başka bir şeye benzemeyen aya bakmıştım ve ne kadar güzel ,tıpkı öğretildiği gibi güzel anlatıldığı gibi güzel demiştim sonra;başımı aşağı doğru hareket ettirerek ,denizde ayın ışıltılı çizgilerini aramıştım.Ne acıklı bir maceraydı bu .Belki de değildi;belki de bunun acıklı bir macera olduğunu da bir yerden öğrenmiştim,bir yerde okumuştum...
Sonra evin yolunda buldum kendimi.Köpeklerin yanından biraz tedirginlikle geçtim.Nedense başlarını bile çevirip bakmadılar bana ; belki de kedilerle ,çöp tenekeleriyle meşgul oldukları için.Belki de dün gece bir yanlışlık oldu.Gergin oldukları bir sırada geçtim oradan .Belki kimi görselerdi havlayacaklardı.
Bana bir zamanlar , gel şu üniversiteye gir demişti;asistan olursun.Hayır, ben zengin olacaktım;kendi başıma yaratamadığım heyecan havasını ,parayla satın alacaktım.Şimdi onun arabası var,katı var bir insanın daha başka neyi olabilir?Ben otobüse biniyorum ;yüksek düşüncelerimi anlayamayacak kimselerle yolculuk ediyorum,yüzlerine bakıyorum ;hayır anlamıyorlar .
2 Aralık 2015 Çarşamba
1 Aralık 2015 Salı
Beni kötü sonuçların beklediğini kuruyordum kafamda.Daha doğrusu ben kurmuyordum;kafamda kurulu bir makine vardı ve bu makine durmadan ,ara vermeden düşünceler izlenimler sıralıyordu.Bu makinenin idaresi benim elimde olsaydı ,yalnız istediğim şeyleri ,istediğim sırada düşünebilseydim neler başarmış olacaktım.
Balkonun üstünü kapattık,camekan yaptırdık.Hiç yoktan bir oda kazandık.Mutfağın yanındaki balkonda duran tenekeleri buraya taşıdık.Gaz bidonunu da şuraya taşıdık.Şu girintiye de bir dolap yaptırdım.Yatak odasında sandıkta duran eşyayı koyuyoruz içine.O sandığın yerine de oturma odasındaki çalışma masamı koydum.Salon ferahladı.
Kimden ne zaman öğrendiler bu kadar bilgiyi?Bazısı sigara içiyor, öyle olur olmaz bir marka değil,kendi istediği sigaradan içiyor.Bazıları da yok uzundur diye ,bir sürü gazete ,dergi alıyor otobüse binmeden önce.Gazete satanlar biliyorlar onların ne çeşit dergileri istediklerini;hemen koltuklarının altındaki yığından ,kılıç çeker gibi çıkarıveriyorlar.Sen o dergilerin daha adını bile duymamışsın ,şöyle ikiye katlayıp uzatıyorlar bir anda.Zehirlenmeden sigara içmek için ağızlıklar,saymak için tespihler satıyorlar;çakmağını dolduruyorlar,içine taş koyuyorlar.İhtiyaç sahipleri ve onlara ihtiyaçlarını temin için didinenler.Bu işler ne kadar uzak geliyor bize.Aralarındaki gizli bağı göremiyoruz.Sen tam ,bu adam elindeki eşyayı kime satar diye düşünmeye başlarken birden başka biri adam,beklenmedik bir adam elini kaldırıyor,ver bakalım bir tane diyor.Yağmurlu havalarda ayakkabı boyacıları vapura binmiyor;herkes işini biliyor bizden başka.Ben bütün insanlara hayranım Olric.Bütün satıcılar biletçi yanlarından geçerken gülümsemek gerektiğini ve arkasından nasıl küfredileceğini biliyor.Biletçi de işini biliyor;atarım sandığınızı denize bir daha görürsem diyor.Nasılsın arkadaş bir sigara ister misin? demiyor mesela.Benim yanımdan geçerken de saygılı bir tavır takınıyor.İçlerinden bir tanesi bile görevini şaşırsa kim bilir ne karışıklık çıkar.Vapur altüst olur .Hepimiz denize dökülürüz.
Perdeleri kapadı:Bu Turgut'un göreviydi.Işık yanarken pencereye ancak erkek yanaşabilir yatak odasında.Buradaki adetlere bir türlü alışamadım Olric.Bana öyle geliyor ki bizim soğuk ülkemizde,insanlar arasında , bu kadar sık ortaya çıkmasa da ,bu kadar çok sözü edilmese de ,bu kadar yerli yersiz bahsedilmese de ,daha başka türlü ,daha başka anlamı olan sıcaklık vardır.
30 Kasım 2015 Pazartesi
Olur şey değil!Hüsnü Beyle Mürvet Hanımın biricik oğlu ,modern mimarlığın en üstün yapıtlarından sayılan küçük burjuva tapınağının sayısız cilalı tuğlalarından biri ,bir karı ve iki çocuğun sorumlu saymanı ,KayalıMehmetliHulkiBeylikapıcılıbakkallıarabalı karmaşık ağın ana düğümü Turgut Özben parkta paranızı paranız kadar arttıran bir bankanın adını üzerine dağladığı bir bankın üzerine oturmuş düşünüyor.
Ben de hepinizden farklı bir solucandım, kim bilir?Şimdi yarısı ezilmiş ,yerde yattığı için belli olmuyor.Diğer yarısını yerden kaldırmak için çırpınan Günseli'yi bile acıklı gözlerle seyredemiyor.Gözleri ezilen yarısında kaldı da ondan.Anlayışı da o yarıda kaldı;bütün ümitleri,yaşama isteği de ,mühendislik diploması da ,iyi durum kağıdı da,çiçek aşısı kağıdı da ,altı tane vesikalık resmi de ,İsa sevgisi de ,bilmem nesi de ,yaratma hırsı da ,bir türlü atamadığı değersiz evrakı da ,Günseli'yi okşamak isteyen elleri ,ona dokunmak isteyen dersi de hep ezilen yarısında kaldı.Bu yarısında sadece ölüm acılığı kaldı.Bu nedenle şimdiye kadar söylediklemizi kısaca özetlemek gerekirse ,mezar taşına şöyle yazılması uygun düşer.(Yazı kabartma olmasın;uzaktan dikkati çeker)Şarkısı yarıda kaldı ,aklı da karıda kaldı.Sebep olanların gözü kör olsun.
27 Kasım 2015 Cuma
...şehrin üstüne çirkinlik yığınları çökmüştü.İçinde herkesin küçük bir payı olan çirkinlikler.Mimarıyla,mühendisiyle ,ressamıyla ,yazarıyla bütün aydınların ,rahatsız olmadan bir köşesinde yer almaya çalıştığı ,bir köşesine tutunmak için uğraştığı çirkinlikler.Her çeşit aydınıyla ,yarı aydınıyla,okumuşuyla ,kendini yetiştirmişiyle , korkağıyla, gerçek mücadeleciyle,bu çirkin taş beton mozaik ve hepsinin üstünde sarı badana çatı katlarına tutunmaya çalışan şekilsiz kalabalık.....
Belirsiz bir rahatsızlık duygusu içinde yüzdüğünü seziyordu;silik bir huzursuzluk.Bazen , bir filmi seyrederken ,gazetede bir havadisi okurken,birden ürperiyor gözleri dalıyordu.Daha çok üzücü bir haber,acınacak bir insan gördüğü zaman bu duygular canlanıyordu.Sonra sarsılan hafıza düzeliyor yumuşak ve tek düzenli görüntülerle beslenerek sakinleşiyordu.
Matematik imtihanından önce de böyle olmuştum.Asistan soruları yazdırdı.Hiçbirini bilmiyormuşum gibi geldi bana .Sanki önceden hiç duymamışım.Kağıda öyle bakıyorum..Nereden başlayacağımı bilmiyorum;tereddütler içindeyim.Kimse de yardım etmiyor.Asistan başıma dikildi.Benden iki satır bilmenin gururu içinde.Oysa Gauss'un yanında benim gibi o da bir hiç.Farkında değil...
26 Kasım 2015 Perşembe
14 Ekim 2015 Çarşamba
13 Ekim 2015 Salı
Gerçekle gerçek dışını ayıklamak eleştirmenlerin işiydi;bu sıkıcı görev onlara verilmişti.Ben zaten bu ayrımı pek iyi anlamamıştım.Ayrıca ,eşyanın ve insanın gerçekliğiyle değil ,benimle olan ilişkileriyle ilgiliydim.Hüsamettin Tambay ,Hikmet için "öteki ben" dedikleri zaman ,hiç çekinmeden "öteki ben"senin babandır diye karşılık verebilirdim
Başka çaremiz olmadı için de hepimiz yerli mallara karşı sonsuz bir hoşgörüyle bakıyoruz.Yoksa albayım,siz de güçlü bir yabancı aydının hayal ürünü olsaydınız ,şimdiye kadar Amerika'yı falan keşfetmiş olmaz mıydınız ha?Benim gibi yorgun bir kafanın yaratacağı Hüsamettin Bey'den ne beklenebilir oysa?
9 Ekim 2015 Cuma
Her hareketin bir anlamı var .İnsan benim gibi hareketten vazgeçerse ,bu anlamları daha iyi hissediyor.Sigarayı yaktı;yanmış kibriti kutunun içine koydu.Her hareketini önceden hesaplarsan hata yapmazsın:aynı zamanda düşüncelerini hareketlerinden ayırırsın.Ne yaptığını hatırlarsın;düşünceden harekete geçmek kolay olur böylece.Düşünmeye başladığım sırada en son olarak sigara tablasını yere ,kilimin üzerine koymuştum dersin.Düşüncelerin seni bırakınca delirtici bir şaşkınlığa ,gerçeğe alışmanın zorluğuna düşmezsin.Kaç sigara içtiğini ,her birini nasıl söndürdüğünü ,kibritleri nereye koyduğunu hatırlarsın.Yoksa birdenbire sigara tablasının içinde dört izmarit ve iki kibrit bulursan büyük bir korkuya kapılırsın...Sigara mı yakmışım?Olağanüstü bir şey mi oldu bu arada?Aklımı mı kaybediyorum.Birden her şeyi unutacak mıyım?Oysa içinden bir ses kibrit kutusuna koydun,kibrit kutusuna koydun diye seni yatıştırırsa büyük bir ferahlık duyarsın;herkese ve her şeye meydan okumak için büyük bir cesaretle dolduğunu hissedersin.Benimle kimse başa çıkamaz hesabını veremeyeceğim tek dakikam yok diye gururlanırsın.Gerçekle rüyayı birbirinden ayırırsın.
8 Ekim 2015 Perşembe
Sevgi'yle Hikmet 'in evi kısa bir süre sonra gördüğü bu ilgiyi de kaybetti.İnsan bu evde bir sahne sonra ne olacağını merak etmiyordu;sürekli yeni heyecanlar beslenmiyordu,hep havada kalıyordu.Evlerindeki koltuk sayısı da bir türlü ikiye çıkmıyordu;oysa artık bir akrabalarının olması için gerekli zaman geçmişti.
7 Ekim 2015 Çarşamba
Acele kararların uğursuzluğuna inanışı;ıstırap ,acı,sefalet gibi belirsiz duran ve insan acele etmedikçe orada sadece birer kelime olarak bekleyen kavramlara karşı ürkekliği; üşümek gibi vücudun kaçınamadığı felaketlerin belki de düşünceyle ilgili bir talihsizlik olduğunu hissetmesi onu tutuk ,bekleyici ve her dinlediği sözün üzerinde sanki uzun uzun düşünen bir insan yapmıştı.
6 Ekim 2015 Salı
2 Ekim 2015 Cuma
30 Eylül 2015 Çarşamba
Ülkemizin tozlu yollarından bir süre kurtuldum ,öğretmenim.Yatağa pantolonumla uzanmadım bir süre.Ülkemizin sorunları da sizlere ömür.Acele iki kişilik bir ülke kuruldu.Ülkemizin sorunlarına ,mavi yollu perdelerimizi kapadık.Perde raylarını çakmak biraz zor oldu tabii.İki kere çekici elimden düşürdüm; duvarlar da delik deşik oldu.Beceriksizdim diyemiyor insan ,birinci tekil şahıs olarak ,öğretmenim.
Bilge'nin adamı ,durumu anglosaksontavrıyla ve hoşgörüyle karşıladı.Daha çok kızdım daha çok terledim daha çok tepindim.Sevgi ile Bilge' nin adamı dansetmediler.İkisinin de endişe edecek durumu yoktu.Benim durumum sallantıdaydı.Kendimi küçülttüğüm halde bir sonuca varamamıştım.Üçünün arasında ezilip kalmıştım.Masada otururken durmadan bunları düşünüyordum.Onlar yaşıyorlardı,kendilerini yaşıyorlardı.Ben kimdim ya da kimi canlandırıyordum.
4 Eylül 2015 Cuma
Bütün hayatımı kelimeler uğruna harcadım,içi boş kelimeler uğruna.Kelimelerin gerçek anlamlarını bilmeden onlarla oynadım.Oyunları da kelimeler içinde tutukladım.İşte bunun için sevgili Bilge, beni bıraktılar bıraktın.Soluk almak için güneşe çıktın.Biz Sevgi ile başbaşa kaldık ; Hikmet'imiz bu kadarmış, ne yapalım?
Koridorda dolaplar, dolaplar. Eskiden alınmış ahşap dolaplar,
yeni çelik dolaplar. Dolapların içi dolmuş, üstüne
taşmış: tozlu dosyalar. İplere, kâğıtlara sarılmış dosyalar. A-
2, B-4... Ne anlamsız bir yaşantı. Dolabın kapağında bir yazı:
yangında ilk kurtarılacak eşya. Onu değil beni kurtarın.
Nasıl dayanabilirim ben, Turgut Özben, bu beklemeye? Nasıl
dayanamazdık Selim’le birlikte üniversitede? Nasıl kaçardık sınıfların arka kapılarından? Selim, bütün bu eşyanın
yanmasına kim bilir nasıl sevinirdi. Bir gün öfkelenmiş-
ti birden: hepsini yakmalı, bütün evrakı, kayıtları, belgeleri.
İnsanlık bunlarla ayakta duruyorsa şaşırıp kalsın herkes:
şaşırıp kalsınlar da şaşkınlıktan, ne yapacaklarını bilememekten ölsünler.
21 Ağustos 2015 Cuma
Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
Ve yarışırsa ancak Monet'nin
Kadınlarına yaraşan giysilerinle
Gördüm de
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
Öyle kısaydı ki adımların
Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
Ölçülür ve denk düşerdi ancak
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Yok bir yanıtın "nereye" diyenlere
Bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın
Ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere
O bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun
Sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden
Yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
Hani Etiler'den Hisar'a insek bile
Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
Çok yaşında her zamanki çocuksun gene
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar
Mutfağın mutfak olalı böyle
Bir adın vardı senin, Tomris Uyar'dı
Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene
Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
Oysa güneş pek batmadı senin evinde
Söyle
Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.
Edip Cansever
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç
Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de
Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle
Ve yarışırsa ancak Monet'nin
Kadınlarına yaraşan giysilerinle
Gördüm de
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Öyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde
Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde
Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında
Öyle kısaydı ki adımların
Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle
Ölçülür ve denk düşerdi ancak
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Yok bir yanıtın "nereye" diyenlere
Bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın
Ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere
O bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun
Sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden
Yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
Hani Etiler'den Hisar'a insek bile
Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
Çok yaşında her zamanki çocuksun gene
Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Mart ayında patlıcan, ağustosta karnıbahar
Mutfağın mutfak olalı böyle
Bir adın vardı senin, Tomris Uyar'dı
Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene
Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
Oysa güneş pek batmadı senin evinde
Söyle
Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.
Edip Cansever
20 Ağustos 2015 Perşembe
Korkuyorum Bilge. Oysa, büyük
işler yapmak istiyorum. Ben filozof olmak istiyordum Bilge. Piyano da çalmak istiyordum.
Kadınlar gözlerini kapayıp beni dinlerken ellerimi tuşların üstünde gezdirerek hüzünlü
şarkılar söylemek istiyordum. Sesim de güzel olmalıydı. Şimdi size küçük bir bestemi
çalacağım, bakalım beğenecek misiniz? Kadınlar, küçücük elleriyle alkışlıyorlar beni; hepsi
de heyecanlı. Evet, diyorlar. Hikmet siyahlar giymiş; hava da sıcak, ama terlemiyor. Basit
insanlar terler böyle durumlarda. Aynı zamanda koşuyor: On kilometreyi otuz dakikanın
altında koşuyor. Topu ortaladı, gol oluyor: Kimseye değmeden top kaleye giriyor.
Koşuyorlar, köpek havlıyor. Altı mı oldu? diyorlar. Sekiz oldu. Herkes birden alkışlıyor:
Seyirciler, kadınlar.
Yüzüm, günden güne hiç değişmediği halde (bunu, her sabah aynada yaptığım gözlemlerle biliyordum), resimler arasında vahim farklar vardı. Bu değişikliği, yüzümde izleyemediğim için üzüldüm; hiçbir şeyin gelişimini (ya da çöküşünü) izlemek mümkün olmuyordu. Fotoğraflarımda, hep bir şey düşünüyor gibiydim. (Günlük tutmalıyım; hiç olmazsa düşüncelerimin gelişimini ya da çöküşünü izlemeliyim.) Birdenbire kendimi bu evde bulmuştum sanki. Daha önce ne olmuştu? Sanki, kime yazıldığı bile belli olmayan bu mektubu almadan önce yaşamamıştım, şimdi zaten yaşamıyordum. Bütün hafızamı, hayal gücümü zorluyordum; geçmişe ait bir şeyler hatırlamak, bir şeyler görmek istiyordum. Olmuyordu
Başlayıp da yarım bıraktığım bir sürü teşebbüs, evin her tarafına
dağılmıştı. (Sanki kafam da onlarla birlikte çekmecelere, dolaplara,
sandık odasının eşyaları arasına dağılmıştı. Kafamı
toplayamıyordum bu yüzden.) Her şeyi düzene koymaya, hayır
daha önce ayıklamaya, hayır en önce nerede ne varsa bulup
çıkarmaya, hayır hayır hepsinden önce evi dolaşıp, hafızamı
yoklayıp nerede ne olduğunun tam listesini çıkarmaya karar
verdim. (Her zaman böyle, tersine işlerdi kafam.)
Sonra, vazonun dışında eşyayı, çevremi gördüm; demek,
düşünmem bitmişti, (insanın, sürekli yaşadığını hissetmesi için,
bazı değişmez ölçülere başvurması iyi oluyordu.) Sonra, birden o
zarfı gördüm. Koridorda bulunan tanıdık eşyanın dışında tek
yabancı şey olduğu için, onu. hemen gördüm: Rafın üstünde
duruyordu. İçine oda kapılarının anahtarları konulduğu için
vazonun yeri orasıydı, taşı bittiği için bir aydır kullanamadığım
çakmak da bıraktığım yerdeydi; tuvalete giderken yanıma aldığım
bir kitap, kırık olduğu için salona alınmayan heykel, bin iki yüz
liralık hesabımın olduğu bankadan yılbaşı hediyesi sigara tablası
(onun içine sigaramı yalnız, ayakkabılarımı giyerken koyardım)...
hepsi yerli yerindeydi. Demek ki, üstü yazılı olmayan bu zarf yeniydi.
(Bu 'demek ki'ler beni her zaman rahatlatırdı.) Fakat ben
oraya zarf koymazdım. Çünkü zarfım yoktu evde. Çünkü kimseye
mektup yazmadım. Çünkü kimse bana mektup yazmazdı. Korktum.
Çünkü, 'demek ki' diyemeyeceğim bir yerlere gelmiştim. İçime bir
ağrı saplandı. Ne olurdu bir 'demek ki' daha diyebilseydim. Zarfı,
olduğu yere bıraktım. Çevremde bir 'demek ki' aramaya başladım
ümitsizce...
Artık eski şakacılığımı da kaybetmiş olduğum için, şimdi hissettiğim istihzayı da duymuş olamazdım. Fakat, köpeklerle aramızdaki gerginliğin de böyle bir sırada patlak vermesi iyiye yorumlanamazdı. Bütün bunlar, benim sokağa yakın olmuştu; evlerin kalabalık olduğu son sokakta havlamışlardı bana. Köpekler evimin kapısına kadar gelemezler diye düşünüyordum; benim sokakta üç ev vardı, yani üç çöp tenekesi vardı. Hayır, orada barınamazlardı. Bu sokakta ancak ben barınabilirdim. Benim de sebeplerim vardı. Köpeklerin böyle sebepleri olamazdı, onlar düşünemezlerdi. Ben, kendime göre durumu açıklayabiliyordum. Başkalarına anlatılması güç de olsa, bu açıklama düzenim, öyle her insanın kolayca ulaşabileceği cinsten değildi. Ayrıca köpek meselesinde olduğu gibi, bazı durumlarda kökten sarsılıyordu bu düzen. Bu nedenle, köpeklere gereğinden çok kızdım; bu kızgınlığımın büyük bir kısmı da havlamalar bittikten sonraki döneme rastladı.
Selim, insanın yaratıcı hayal gücünü öldürüyordu. Kambur duruşu, dağınık saçları ve ütüsüz elbisesiyle Selim, insanı can sıkıntısı ve ümitsizliğe sürüklüyordu. İnsan ona bakınca, gerçi bir süre
kendinden memnun oluyordu; fakat sonunda canı sıkılıyordu.Selim de can sıkıcı ve hayal kırıcı görünüşünün, insana yeni heyecanlar ilham etmeyen pısırıklığının farkındaydı.Her gece yatakta bu durumdan kurtulmak için Allah’a yalvarıyordu:omuzları biraz daha genişleyemez miydi? Gittiği partilerde bir kenarda oturup surat asmamak için acaba onadans öğretilemez miydi? Allah, Selim’e dans öğretmeye pek niyetli görünmüyordu. Her şeye kadir olduğu halde böyle küçük işlerde bile kullarına yardım etmiyordu. Üstelik bu işlere Metin’i memur ediyordu ve Metin de Selim’in beceriksizliğiyle alay ediyordu: Selim’in hiçbir şey öğrenemeyeceğini söyleyerek gülüyordu. Selim ise, kendini Metin’e beğendirmek için çırpınıyordu. Bir yandan da Allah’a başvurmayı ihmal etmiyordu: çok zayıftı, biraz daha kuvvetlenemez miydi? Metin, izci takımında trampet çalıyordu, Selimde trampet bölüğüne alınamaz mıydı? Allah susuyordu.
kendinden memnun oluyordu; fakat sonunda canı sıkılıyordu.Selim de can sıkıcı ve hayal kırıcı görünüşünün, insana yeni heyecanlar ilham etmeyen pısırıklığının farkındaydı.Her gece yatakta bu durumdan kurtulmak için Allah’a yalvarıyordu:omuzları biraz daha genişleyemez miydi? Gittiği partilerde bir kenarda oturup surat asmamak için acaba onadans öğretilemez miydi? Allah, Selim’e dans öğretmeye pek niyetli görünmüyordu. Her şeye kadir olduğu halde böyle küçük işlerde bile kullarına yardım etmiyordu. Üstelik bu işlere Metin’i memur ediyordu ve Metin de Selim’in beceriksizliğiyle alay ediyordu: Selim’in hiçbir şey öğrenemeyeceğini söyleyerek gülüyordu. Selim ise, kendini Metin’e beğendirmek için çırpınıyordu. Bir yandan da Allah’a başvurmayı ihmal etmiyordu: çok zayıftı, biraz daha kuvvetlenemez miydi? Metin, izci takımında trampet çalıyordu, Selimde trampet bölüğüne alınamaz mıydı? Allah susuyordu.
Utanç devri, tutunamayanların (disconnectus erectus) ortaya çıktığı tunç devrinden hemen sonra gelen tarih öncesi bir dönemdir. Selim Işık, modası geçmiş bir yaratık olduğu için bu dönemi günümüzde yaşamaya çalışmıştır.Utanç devri bugün bütünüyle yürürlükten kaldırıldığı halde,Selim kararın ilanı tarihinde bir dalgınlık eseri olarak durumdan haberdar olamadığı için, eski kararın gereklerine göre hareket etmiştir. Yaptığım etraflı araştırma sonunda utanç devri olaylarına Metin’in birinci derecede karışmış olduğunu öğrendim. Metin’le yapılan görüşme ve kendisinin
yazılı olarak verdiği bilgilerle, durumu aydınlatmayı başardığımı sanıyorum. Tunç devri için konulan yeni kanunların uygulanmasında karşılaşılan güçlükler, bu devrin bilinmeyen bir tarihe ertelenmesiyle sonuçlanınca, utanç devrinin ağır şartlarına boyun eğmekten başka bir çare görülmemişti.Metin’in varlığıyla büsbütün ağırlaşan bu şartların yarattığı ortam, Selim’i kaçınılmaz bir yaşantıya sürükledi.
Sayfa 431
yazılı olarak verdiği bilgilerle, durumu aydınlatmayı başardığımı sanıyorum. Tunç devri için konulan yeni kanunların uygulanmasında karşılaşılan güçlükler, bu devrin bilinmeyen bir tarihe ertelenmesiyle sonuçlanınca, utanç devrinin ağır şartlarına boyun eğmekten başka bir çare görülmemişti.Metin’in varlığıyla büsbütün ağırlaşan bu şartların yarattığı ortam, Selim’i kaçınılmaz bir yaşantıya sürükledi.
Sayfa 431
19 Ağustos 2015 Çarşamba
Korkuyla beklemek ,korkuyu beklemek gereksizdi; çünkü dünyanın yarıçapını ve İstanbul'un fethini biliyordum.Üç çeşit yönetim biçimi vardır anlıyor musunuz; Mutlakiyet , meşrutiyet, cumhuriyet.Bunun dışında hiç bir şey yoktur, varsa da bunlardan birine girer.Dünya basık bir yuvarlaktır ve yer çekimi diye bir kuvvet vardır anladınız mı?(Bağırıyordum) Ben liseyi bitirdikten sonra üniversiteye girmek istedim, babam ölmeseydi ,birden kendimi yorgun hissetmeseydim.Annem de çok isterdi okuyup adam olmamı, para kazanmamı ; bu yüzden serbest bir meslek seçtim ve başarıya ulaşamadım.(Önemi yok önemi yok) Memur da olsaydım başarıya ulaşamayacaktım; zaten memur olmak başarıya ulaşamamak demektir.Bana öyle söylemişlerdi.Memurun kamuyla bir ilgisi vardır: çünkü ona kamu kesimi denir ,ben serbest kesimdeyim.Çok kazanmak istiyordum :fakat bu dünyada biliyorsunuz ancak işini bilenler kazanır.Ben de işimi bilmek istiyordum.Bu yüzden çok okuyordum.Bir çok şeyi biliyordum.Şimdi bildiklerimi unutmamak için büyük bir savaş veriyorum.
Sayfa 81
Sayfa 81
Büyük bir fırtınaya tutulmuştum.Evet yabancılarla dolu,bana yabancı olanlarla dolu, uçsuz bucaksız bir denizin ortasında yalnız başıma kalmıştım.Düşündüm .Avucuma aldığım nohutlara bakarak hayatımı ne işe yaradığını bilmediğim zavallı yaşantımı düşündüm.Nohut ve makarna gibi bir araya getirilemeyen parçalardan oluşan günlerime acıdım
18 Ağustos 2015 Salı
Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor;kolum bacağım tabiri caizse başını alıp gitmek istiyor.Fakat alıp gitmek istediği baş onun değil ki.Bütün organlarım böyle hastalıklı bir başın buyruğunu dinlemek istemiyorlar.Hastalıklı beynimin de oyunları var:Büyük hayaller kuruyor ve ne yazık ki beceriksiz organlarıma söz geçiremiyor.Onlar da aklımın yaşantısını rezil ediyorlar.
17 Ağustos 2015 Pazartesi
Sokak boşalmıştı. Hüsamettin Bey pencereden çekildi, divanın üstüne oturdu, biraz ağladı.Sonra masanın başına geçerek Hikmet'in çekmecesini çekti, bir iki kağıt çıkardı.
Muhterem gazetenize,
Bugün oturduğum evde elim bir hadise cereyan etti...
....Bizim mütevazi muhitimizde Hikmet dostumuzu tutmak için sarf ettiğim gayret maalesef müspet bir netice tevlid etmemiştir.Hikmet Bey kardeşimiz bir yıldız gibi kayıp düşmüştür.
Bilvesile hürmetlerimle
Emekli Albay
Hüsamettin Tambay
Elim Bir Zayi
Merhum Süreyya Hanımın ve muhasebe-yi hususiye memurlarından merhum Hamit Beyin oğulları Ticaret Geliştirme Şirketinin bir zamanlar muhasebe yardımcısı mahallemizin sakinlerinden eşşiz dost ,iyi insan, örnek arkadaş,müşfik kardeş,mütevazi komşu v.b mümtaz insan
Hikmet Benol
elim bir kazayı müteakip derhal vefat etmiştir.Kederli arkadaşlarına başsağlığı dileriz.
Komşuları
Hüsamettin Tambay
ve
Nurhayat Hanım
Not:Bu ilan için iki güne kadar bizzat matbaanıza gelerek size elli lira takdim edebileceğim.Mütabakisini de ay başında üç aylık maaşımı tahsil edince hemen ödemeyi taahhüt ederim. H.T
Anlamıyorum diye mırıldandı Hüsamettin Bey .Neler olduğunu hakikaten hatırlamıyorum Hikmet.Sen bana müsait bir zamanda anlatırsın olmaz mı?İtiraf edemediğim bir eksiklik hissi var içimde, Hikmet oğlum .Sanki herşey başka türlü olabilirdi,başka türlü oynanabilirdi.
Muhterem gazetenize,
Bugün oturduğum evde elim bir hadise cereyan etti...
....Bizim mütevazi muhitimizde Hikmet dostumuzu tutmak için sarf ettiğim gayret maalesef müspet bir netice tevlid etmemiştir.Hikmet Bey kardeşimiz bir yıldız gibi kayıp düşmüştür.
Bilvesile hürmetlerimle
Emekli Albay
Hüsamettin Tambay
Elim Bir Zayi
Merhum Süreyya Hanımın ve muhasebe-yi hususiye memurlarından merhum Hamit Beyin oğulları Ticaret Geliştirme Şirketinin bir zamanlar muhasebe yardımcısı mahallemizin sakinlerinden eşşiz dost ,iyi insan, örnek arkadaş,müşfik kardeş,mütevazi komşu v.b mümtaz insan
Hikmet Benol
elim bir kazayı müteakip derhal vefat etmiştir.Kederli arkadaşlarına başsağlığı dileriz.
Komşuları
Hüsamettin Tambay
ve
Nurhayat Hanım
Not:Bu ilan için iki güne kadar bizzat matbaanıza gelerek size elli lira takdim edebileceğim.Mütabakisini de ay başında üç aylık maaşımı tahsil edince hemen ödemeyi taahhüt ederim. H.T
Anlamıyorum diye mırıldandı Hüsamettin Bey .Neler olduğunu hakikaten hatırlamıyorum Hikmet.Sen bana müsait bir zamanda anlatırsın olmaz mı?İtiraf edemediğim bir eksiklik hissi var içimde, Hikmet oğlum .Sanki herşey başka türlü olabilirdi,başka türlü oynanabilirdi.
14 Ağustos 2015 Cuma
Çok kitap da okumamıştı; sadece Nursel Hanımla
birlikte yaşadığı gürültülü hayat sırasında bazı kitaplardan bahsedildiğini duymuştu.
Bahsedenler de genellikle bunları başkalarından duymuş oldukları için, kitaplar hakkında
da fazla bilgi edinememişti. Ev kadınlığını da öğrenememişti; erkekleri çekecek hayat
kadınlığından da uzaktı. Bazı haksızlıklara uğramıştı; başka söylenebilecek bir şey yoktu.
Solgun yüzüne bakan erkekler, orada dinlendirici bir manzara bulurlardı. Bir gece çok
sarhoş olan bir ressam, yanındakine, «Bu kızla evlenmeli azizim,» demişti. «İnsan
sanatoryuma girmiş gibi olur.»
Syf 231
Syf 231
13 Ağustos 2015 Perşembe
12 Ağustos 2015 Çarşamba
Annesinin oturduğu koltukta sanki kocaman bir delik vardı artık.Sanki bir duvar yıkılmıştı.Gerisinde bu büyük ve karanlık ve ürkütücü boşluğun bulunduğu bir duvar.Bu duvar korumuştu onu yıllarca karanlıktan .Artık bir şey görmek mümkün değildi.Artık onu kimse anlamayacaktı.Artık onunla rahatça alay edeceklerdi.Artık ona daha kolay saldırabileceklerdi.Artık onu ezip geçebileceklerdi. Artık onun başına gelen haksızlıklara sessizce karşı çıkan tek varlık yok olup gittiği için (bunu düşünmek ne kadar günah da olsa evet yok olup gittiği için ) onu dinleyemeyeceklerdi.Kelimeleri bulmakta zorluk çektiği zaman içlerinden istihzayla gülümseyeceklerdi. Hem küçümseyeceklerdi hem acıyacaklardı artık.Zavallı kız diyeceklerdi; bir yandan da onun yanından kaçmak ,onunla birlikte olmamak için can atacaklardı.Hayır önce acıyacaklardı ve bu acımaları yüzünden onun daha küçülmesini daha zavallılaşmasını bekleyeceklerdi.Çünkü şiddeti artmayan bir zavallıktan çabuk uslanılırdı; böyle bir insanın sağladığı heyecan kısa bir süre sonra sönerdi.İnsan kendisine acındıkça alçalmalıydı.Üstelik Sevgi'nin bir de başını dik tutmaya çalıştığını, küçük boyuna bakmadan ,uzun boylu normal bir insan gibi yükselmeye çalıştığını görünce ,omuzlarını silkerek uzaklaşacaklardı.
5 Ağustos 2015 Çarşamba
Geriye,
sandalyeye döndü. Herhalde çok geç kalmış olmalıydı. Hemen gömleğinin yakasını
ve kol düğmelerini çözdü. Büyük bir torbayı çıkardı başından. (Yarabbi! Ne
kadar çok şey giymişti üstüste.) Kısa bir süre bu çuvalın karanlığında kaldı.
Sonra, yerdeki yığının yanma bıraktı onları. Çekingen adımlarla yatağa yürüdü.
(Önce yanına yatmalıydı tabii. Aceleciliğinden utandı.) Bilge ona yer verdi.
Neredeyse teşekkür edecekti Bilge'ye. (Here I come desene. Şimdi olmaz.)
Kararsız kollarıyla ona sarıldı. Bilge ne kadar değişik kokuyordu. Tam çıplak
olmadığını hatırladı birdenbire: Saatini çıkardı. Sonra bir süre kendini
unuttu. Kendisiyle birlikte, kafasında daha önce yaşamış olduğu birçok Bilge'yi
de unuttu
4 Ağustos 2015 Salı
Yalnız bir erkeğin giyinişindeki acımasız sertliği
beceremezsin. Hitler'e bak, Musolini'ye bak: Kılıkları ne kadar beceriksiz ve
zevksiz bir düzen içindedir. İhmalcilikleri ne kadar gerçektir. Elbiseleri
üstlerinden sarkar. Evlerini bile ne vahşi bir görgüsüzlükle döşerler.
Yalnızlığın görgüsüzlüğüdür bu. Sınıflarını bulamamış insanların derbederliği
içindedirler. Birbirlerini sevmeyen evlilerin de görünüşü böyledir.Dağınık
yaşantılarında hiçbir güzellik yoktur.
Tek başına düşünme katılığının kokusu her tarafa sinmiştir. Ağır bir günün
bunaltıcı, öfkelendirici yaşantısı bitince eve dönen evli ve yalnız bir erkek
ne yapacağını bilemez; horgörülmelerin, aşağılanmaların intikamını alma
susuzluğuyla yanarken çevresinde yatıştırıcı en küçük bir ayrıntıyla
karşılaşamaz. Hırsla çekiştirerek çıkardığı elbiselerinden alır intikamını.
Apokalipsin Dört Atlısı, dünyanın en kötü giyinen erkekleridir.
28 Temmuz 2015 Salı
"Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım ağladıkça Sadri'ye kıl kapar, gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kisinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine."
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
20 Temmuz 2015 Pazartesi
Eşyanın sürekliliğinden çekiniyorum. Bu sürekliliğin kendisine bulaşmasından
korkuyordu. Yaklaş onlara, dokunmaya çalış. Onlarla uyuşmaya çalış. Hayır, kaybolurum
sonra, eşyanın içine düşerim. Bilge de onların arasında. Bilge'ye ulaşmak için, onların
arasından geçmek zorundasın. Olmaz, ben yalnız Bilge'yi istiyorum. Bilge her yere kök
salmış, ayıramazsın Bilge'yi onlardan, sonra çok acı duyar. Bilge beni dinliyor. O başka.
Yüzünde, ilgiye benzer bir şeyler var. Senin gibi değil Bilge: Eşyayı ve seni birlikte
seviyor. Fakat ben eşya gibi olamam. Eşyanın belirli kuralları var: Ne zaman ne yapacağı
belli. Ben, istesem de, bunu beceremem. Böyle olduğumu Bilge'ye anlatsam mı? Sakın ha.
Ya anlarsa? Deli misin? Eşya, seni ele verecek değil ya. Ya sorarsa? O kadar biliyorsun.
Nasıl biliyorum? Biliyorsun işte: Devetabanı ne renk? Neresi? Yaprakları canım. Yeşil.
Gördün mü? Sen, kaldığın yerden devam et sözlerine. Bu duraklamanın neden olduğunu
anlamadı, değil mi? Duraklama bile olmadı. Sen konuş.
156
156
17 Temmuz 2015 Cuma
Hikmet Ağabeyin, bilmem neden, Bakkal Rıza ile konuşurken çok seviniyor: Ondan, bir adam
yapacakmış yeni baştan. Bakkal Rıza, ona, hocam diyor. Karısı da bilmiş bilmiş susup
oturuyor. Bana sorarsan, benden fazla anladığı yoktur. Ben bile, bahçıvancı yerine bahçıvan
demesini öğrendim iki haftada. Bu kadın da, bakkal karışıyım diye kurulur; başım ağrıdı bu
sohbetten diye yakınır. Ona aldırmıyorlar elbette. Bazen çırak Süleyman da geliyor.
Ellerini mavi önlüğünün içine saklar hep, fakir. Ceketi yoktur. Dükkân dükkân kokuyorsun,
denir ona. Patronu konuşurken, Süleyman hep başka tarafa bakar.
Korkunç bir rüya gördüm. Nasıldı? Aklımı
toparlamalıyım. Kâmil Bey, Naciye Hanımın kocası olamaz mı? Neden olmasın? Aynı evde
ben de yatıyordum. Birden şiddetli bir korkuyla sarsıldı, kendine geldi. Çevresine baktı:
Gecekondu. Hüsamettin Bey üst katta oturuyor. (Doğru mu? Evet.) Kâmil Bey uzakta kaldı,
adını hatırlayamadığım banliyöde. Naciye Hanımın kocası değildi, Fatma Hanımın kocasıydı.
Bu evde yalnızım, kendi evimdeyim. (Sümüklüböcek! Hayır, yıllarca önceydi.) Gecekonduda
değil miyim? Pencereye baktı: Gerçek bir pencere, gerçek karanlık, yarı karanlık. Elini
bacağına bastırdı. (Acıyor. Gerçekten uyandım.) Karanlıkta bir süre kımıldamadan yattı.
İçindeki korku boşluğu küçülmüş, karnına yerleşmişti. Ellerini karnının üstüne koydu: Bir
şeyler yemeliyim, bu boşluğu ortadan kaldırmalıyım. Buzdolabına gitsem... Kafasında
yaptığı mutfak yolculuğunu yarıda kesti: Buzdolabı yok. Yatağın yanındaki komodine baktı:
Üstü çekmeceli, altı kapaklı bir dolap. Gece lambası. Işığı yaktı. Dolabın kapağı içine
çökmüş. Otel gibi... otel gibi. Komodinin üstünde bir bardak vardı. Bardaktaki kabarcıklı
sudan bir yudum içti, ılık ve acı suyu beğenmedi. Evliliğin serinliğini kaybettim. Naciye
Hanımın ağzında bıraktığı acılık duruyor.
29 Haziran 2015 Pazartesi
Biri ona gülümsüyordu: Kayınpederi!
Tabağını uzatıyordu; karanlıkta iyi seçilmiyordu yemekler. Başının döndüğünü hissetmişti
birden; sandalyeden yere düşeceğini sanmıştı. Dayanmalısın Hikmet, diye direnmişti
içinden. Sen damatsın! Damat! Damat! Gelin var, kaynana var, sahte ya da gerçek baldızlar
var. Ne diyorlardı? Çevremde pervane olmak gibi bir şey. Küçük kanatlar takmışlar;
ellerinizde meze dolu tabaklar, tepemde uçuşuyorlar. Bırakın tabakları, beni tutun: Damat
düşüyor. Rezalet! Hayır düşmedim; bana öyle geldi. Bir çınlama! Elimde bir bardak
tutuyormuşum ve kayınpeder, kadehini bütün hızıyla vurmuş benim bardağıma. Gülüyorlar.
Kaldır bardağını. Hâlim yok. Mış gibi yap. Bütün yiyecekler karanlık; yalnız, baldızlar
parlıyor... yuvarlak baldızlar... Büyük bir kaşık, tabaklardan birinin içine yavaşça gömüldü.
Sana bakıyorlar; tabağını uzat baldızlara. Bayılmadım değil mi? Hayır
Gönül isterdi ki
albayım, insanın hayatında önemli sayılması gereken böyle bir gece, daha canlı ve aslına
uygun bir hava içinde geçsin. Oysa, ben çok içemedim; yemeklerin çoğu da kaldı. Sahneye
yeni çıkan acemi iki oyuncu için bir bakıma başarılı bir oyun sayılabilirdi.Yan rollerde kayınpeder ve özellikle trajedideki koronun yerini tutan baldızlar görevlerini yaptılar.Bu senin hayatındı oğlum Hikmet .Böyle bir oyun üzmedi mi seni?
24 Haziran 2015 Çarşamba
31 Mayıs 2015 Pazar
“Yani galiba seviyordum, sanırım sevmek böyle bir şeydi. Hiç yanımdan gitmesin istemekti. Yanımdan gitmesin, gündüz de gece de benimle dursun, başka odada uyumasındansa gelsin benimle balkonda başlı-kıçlı yatsın gerekirse, benimle simit satmaya, mahalle maçına, okula, denize de gelsin. Ekmeği, babamın sigarasını birlikte alalım, birlikte büyüyelim, okulumuzu bitirip evlenelim, el ele tutuşalım, annesi de iyileşsin, bayramlarda hem onun annesini hem benimkini ziyaret edelim. Ben askere gittiğimde bile o her hafta sonu beni görmeye gelsin. Onunla aile olalım, "Araba aldık çok borcumuz var," diyelim, "Çocuk ne zaman çocuk?" desinler, biz utanalım. Ama hiç ayrılmayalım.”
Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde....
10 Mayıs 2015 Pazar
8 Mayıs 2015 Cuma
Asıl oyun başlıyor albayım.Anladık anladık dedi albay.
(Hikmet I 'in cenaze ve Hikmet II 'nin evlenme töreni hazırlıkları.Gerekli hava: Kayınpeder ,terzi,Sevgi,kaynana, bana,anne,davetliler,Dumrul ,nikah memuru tanıdıkları vb. kişiler.Söylenmemiş bazı sözlerin yarattığı korku,ölen kişilerin ölümlerinden kesin sonuç alınmadan girişilen yarattığı kabuslar v.d korkular. v.d borçlar .Süre aşımının heyecanla beklenişi ,bu arada yeni taahhütler ,yeni Ülkedeki büyük Fransız İhtilalinin son hazırlıkları ,verilmiş olan sözlerin vadelerinin gelişi borçlar,iflas )
(Ülkede bir düzlük.Gece .Bir ev kesiti .Masa .Dumrul ve arkadaşları iskambil oynarlar)
Dumrul:(Sigara içer,terlemez)
Bana kalırsa acela etti:ölüm ilmühaberini almadan böyle bir işe girişmemeliydi.(Bir kağıt atar)
Nazmi:Kızın da pek güzel olmadığını söylüyorlar.(Dumrul'un attığı kağıdı alır)
Fikret:(Kırmızı yuvarlak bir fiş sürer)Hiç ümit yok mu diyorsunuz?
Behçet:Pas(Kağıtların önüne bırakır)
Nazmi: Bana biraz anlatmıştı.
(Sahne kararı.Aydınlana küçük bir köşede Hikmet II görünür)
Hikmet II:Ah ne olur söylemese(Ellerini yukarı kaldırır)
Tanrım benim adıma onun ne sözler verdiğini bilmiyorum ki.Hepsine birden nasıl yetişeyim?Bu gece çocuklar kumar oynuyorlar ve muhakkak benden bahsediyorlar.Onun öldüğünü ve verdiği sözleri tutmayacağımı... mirası reddettiğimi nasıl anlatsam.(Boşluğu tekmeler)Beni mahvettin alçak !
(Hikmet II kararır.Kumarcılar aydınlanır)
(Hikmet I 'in cenaze ve Hikmet II 'nin evlenme töreni hazırlıkları.Gerekli hava: Kayınpeder ,terzi,Sevgi,kaynana, bana,anne,davetliler,Dumrul ,nikah memuru tanıdıkları vb. kişiler.Söylenmemiş bazı sözlerin yarattığı korku,ölen kişilerin ölümlerinden kesin sonuç alınmadan girişilen yarattığı kabuslar v.d korkular. v.d borçlar .Süre aşımının heyecanla beklenişi ,bu arada yeni taahhütler ,yeni Ülkedeki büyük Fransız İhtilalinin son hazırlıkları ,verilmiş olan sözlerin vadelerinin gelişi borçlar,iflas )
(Ülkede bir düzlük.Gece .Bir ev kesiti .Masa .Dumrul ve arkadaşları iskambil oynarlar)
Dumrul:(Sigara içer,terlemez)
Bana kalırsa acela etti:ölüm ilmühaberini almadan böyle bir işe girişmemeliydi.(Bir kağıt atar)
Nazmi:Kızın da pek güzel olmadığını söylüyorlar.(Dumrul'un attığı kağıdı alır)
Fikret:(Kırmızı yuvarlak bir fiş sürer)Hiç ümit yok mu diyorsunuz?
Behçet:Pas(Kağıtların önüne bırakır)
Nazmi: Bana biraz anlatmıştı.
(Sahne kararı.Aydınlana küçük bir köşede Hikmet II görünür)
Hikmet II:Ah ne olur söylemese(Ellerini yukarı kaldırır)
Tanrım benim adıma onun ne sözler verdiğini bilmiyorum ki.Hepsine birden nasıl yetişeyim?Bu gece çocuklar kumar oynuyorlar ve muhakkak benden bahsediyorlar.Onun öldüğünü ve verdiği sözleri tutmayacağımı... mirası reddettiğimi nasıl anlatsam.(Boşluğu tekmeler)Beni mahvettin alçak !
(Hikmet II kararır.Kumarcılar aydınlanır)
7 Mayıs 2015 Perşembe
Yetmiş yaşından sonra ,güneşli ülkemizi görmek büyük şehrimizin sıcak rüzgarına dişsiz ağzıyla gülümsemek ve buruşuk suratını ,gezdirildiği kazık marka otobüsün camında seyretmek imkanını bulan yabancı bir turistin heyecanı içindeyim.Hepimiz artık bir araya geldik doktor.Birçok seçkin insanla birlikte bulunuyoruz.Bizi bir araya getirmekle hata ettiler doktor.Herkesin canına okuyacağız.Yabancılardan geri kalmışlığımızın acısını çıkaracağız.
6 Mayıs 2015 Çarşamba
4 Mayıs 2015 Pazartesi
Hikmet resmen evlenme teklifinde bulunmuştu.Sevgi de bu teklifi gözleriyle kabul etmişti.İkisi de daha önce toplumun bir kenarına itilmişti.İkisi de küçümsenmişti.Herkesi yargılayan ve kimseyi beğenmeyen Sevgi'ye şimdiye kadar kimse sahip çıkan olmamıştır.Herkese akıl öğreten Hikmet ,bir türlü üniversiteyi bitirememişti.Üstelik durup dururken babasının evinden çıkmış, küçük ve fakir bir odaya yerleşmişti.
Zamanından önce öksüz kalmanın da boşanmak ve evini terk etmek ve başka birine aşık olmak gibi yersiz bir durum olduğu belliydi.Toplum içinde yer alabilmek için ,her zaman tam kadro ile bulunmak gerekiyordu.Anne , baba, hatta kardeşler ve hatta minumum sayıda akrabalar.(Teyze ,dayı,hala,amca,yeğenler vb)
30 Nisan 2015 Perşembe
Salim ,çantasından bir dergi çıkararak karıştırmaya başladı."Nedir o dergi" "Hayvanlar Dünyası".Demek onlar başka dünyada yaşıyorlar.Salim gülmeye başladı.Çok komiksin Hikmet amca .Hikmetamca komik komik Hikmetamca .
Biz onları bırakalım da kendi dünyamıza gelelim, ödevimizi yapalım.Bırak o dergiyi.Hem adı da yanlış.Hayvanlar krallığı demeliydi.Biz daha ileriyiz hayvanlardan .Biz cumhuriyetiz.
Biz onları bırakalım da kendi dünyamıza gelelim, ödevimizi yapalım.Bırak o dergiyi.Hem adı da yanlış.Hayvanlar krallığı demeliydi.Biz daha ileriyiz hayvanlardan .Biz cumhuriyetiz.
29 Nisan 2015 Çarşamba
13 Nisan 2015 Pazartesi
10 Nisan 2015 Cuma
Evli olsaydım şimdi doğru karıma giderdim ve ona derdim ki ;sayın eşim ! İki ay sonra öleceğim .Durum böyle gösteriyor.Bana izin ver Beşiktaştaki koltuk meyhanesine gideyim; her gece Rüştü beyle birlikte , o eve dönünceye kadar içelim.Bunu açıkça söylerdim kendisine .Evli bir kadın kocası iyi olduğu zaman böyle davranışlara izin vermez.İşin ucunda ölüm olunca durum değişir.
Tutunamayanlar
Tutunamayanlar
Dönerken yolda uzun uzun arabasının özelliklerinden bahsetti.Bir düğmeye basınca camlar yıkanıyor bir düğmeye basınca kuruyor, bir düğmeye basınca pencereler iniyor.Bir düğmeye .... bir düğmeye....ne söylediğini izleyemiyordum.Düğmeler bitmiyordu.Bütün bu aşağılık durumlara düğmelere sahip olmak için katlanıyor.
Tutunamayanlar
9 Nisan 2015 Perşembe
Arka odadan Sevgi'nin sesi geliyordu.Uyumuyor.Gidip bir görünmeli.Nermin bekler.Babalar çocuklarına uyumadan görünürlerse çok etkili olur.Müşfik fakat kararlı bir sesle konuşulur.Nermin sen görünmeyince bir türlü uyumuyorlar diyor;babalık ve aile reisliği duygusunu okşuyor.Sen söyleyince başka oluyor.Seni görünce susuyorlar.Babaları olmadan uyumuyorlar.Görünüşte ne masum bir söz.Tercümesi hiçbir akşam ve pazar, beni onlarla yalnız bırakma.İş yolculuklarını ne yapayım?Bırak başkaları gitsin.Şirkette adam mı yok?
Sayın profesör bu arkadaşı getirdim ,muayene etmeniz için.Kendisi intihar etti de,bakın nesi var?Edindiğim bilgiler de burada işte.Hiçbir şeyi yok.Aspirin alsın geçer.Bu nedenle intihar etmez bir insan.Fakat...Benim için kapı kapı dolaşma yetkisini sana kim verdi Turgut?Ruhsatsız çalışıyorum Selim .Onun içinde bir sonuca varamıyorum.(401)
8 Nisan 2015 Çarşamba
7 Nisan 2015 Salı
1 Nisan 2015 Çarşamba
30 Mart 2015 Pazartesi
Doğduğum günden başlayarak bir suç dizisi içindeyim.Seni görmek istemiyorum,seni görmek istemiyorum.Aynı olayları bir daha yaşayacak gücüm kalmadı.Beni unut-belki de unuttun-beni unut.Başıma gelecekleri düşünme.Ne yaptığımı nasıl yaşadığımı merak etme.Sana anlatması zor.Sevmesini bilmeyenler kaderlerine razı olmalıdırlar.Oluyorum.Eyvallah.İyi değilim ,fakat üzüntülü de değilim bak gülüyorum: Ha-ha
artık senin için bir yabancı olan
H.H.H(Ha-ha Hikmet)
artık senin için bir yabancı olan
H.H.H(Ha-ha Hikmet)
19 Mart 2015 Perşembe
..yaşamak artık beni yoruyor önemli bir olay yaşamadan sadece yaşamak bile yordu beni insanlarla birlikte olmak onların sözlerine cevap vermek nasılsınız demek içeri girerken merhaba ayrılırken hoşçakalın gene görüşürüz demek konuşmaları izlemek ne demek istedi acaba söylediğimi anladı mı ne demek istedi acaba yanlış bir şey mi yaptım acaba söylediğini anladım mı o kadar çok insan var ki o kadar çok olay birden oluyor ki birini izlemek isterken başkasını kaçırıyorum birini duyarken ötekini görmüyorum yetişemiyorum kan ter içinde kaldım sigaramı yakarken ne söylediğinizi anlayamadım kahvemi içerken kapının açıldığını görmedim biri daha mı geldi bir şey daha mı oldu ipin ucunu kaçırdım tek bir şey bile izlemeyi beceremedim kapıdan çıkmayı düşünürken pencereyi kapatmayı unuttum sizce gülümseyeyim derken onun elini sıkmak gerektiğini görmedim...
Sebep olanların gözü kör oldu.Dünyayı bir karanlık kapladı.Fırıncılar kimseye ekmek vermedi.Şeker karaborsaya düştü.Matbaalar ekmek karnesi basmaya başladı gizlice.Selim kafasında on yüz bin ,hayatında sadece bir aşk yaşadı.Onun da dumanı doğru çıkmadı.Baca çarpık yapıldığı için ortalığı bir kurum kapladı.Göz gözü görmez oldu.Dost düşmandan ayrılmaz oldu.Herkes birbirine girdi.
Az gelişmiş aşklar ülkesi olarak dünya milletleri arasında ön sıraları işgal ediyoruz. Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre ancak Nijerya ve Gana bizden daha az gelişmiş. Âşık olma oranı yüz binde kırk iki. Beş yıllık plan yüzde yüz gerçekleştiği takdirde bu oran bin dokuz yüz seksende yüz binde seksen altı olacak. Gene yeterli değil. Planlama örgütünde herkes evli olduğu için, meselenin üzerinde çok durmuyorlar. Beş yıllık planın uygulanmasına geçeli bizim sınıftan yalnız Güner âşık oldu: o da bir bar artistine.Cinsi aşk olduğu için sayılmadı. Aşkta geriyiz de başka şeylerde ileri miyiz sanki? Yalnız trafik kazalarında birinciyiz.Buyrun bakalım. Binde dört onda iki. Gururumuza dokunuyor. Selim kadar olamıyoruz. Ayrıca, büyük şehirlerde bir bakıma yüksek görünen bu oran, köylere doğru gittikçe azalıyor. Milli gelirin dağılımı gibi. Aşk sağlığı enstitüsünün bültenine göre, bir yıl içinde sadece on iki bin yedi yüz onaltı muhallebicide buluşma, yedi bin sekiz durakta buluşma(bunun bin sekiz yüz yirmi beşi gerçekleşmemiş), bin dörtyüz altmış iki çeşitli açık yer gezintisi (parklar, kırlar, ada-lar v.s.) ve yalnız altı yüz on iki sinema locası olayı tespit edilmiş. Buna gizli aşkları da ekleyin (bültende Selim’inadına rastlanmadığı için, bunu gizli aşk olayları arasındadüşünebiliriz.) Gizli aşk sayısının da, ihtimal hesaplarınagöre dört bin altı yüz kadar olduğu tahmin ediliyor. Emniyet genel müdürlüğünün tespit ettiğine göre de (yuvarlakolarak) yüz yirmi altı bin sekiz yüz bakıp da iç geçirme,kırk dört bin otobüs ya da dolmuşta hafifçe temas, dört biniki yüz peşinden gidip de vazgeçme, sekiz yüz elli eve kadar izleme ve on beş bin yedi yüz uzaktan âşık olma ve sadece (bu sayı kesin) sekiz yüz on dört ümitsiz aşk olayı kaydedilmiş. Bu arada, park bekçileri, seksen iki bin kadarçifti düdük çalarak, tabanca çekerek ve benzeri tehditlerle korkutmuş. Parklar, bahçeler ve kırlar genel müdürlüğüne göre de, altmış bin papatya sevgi falı için koparılmış ve âşıkların üzerinde uzandığı yirmi sekiz bin metrekarelik bir sahanın çimleri ezilmiş. Tahmini zarar, yarım milyon lira civarında. Uzun sözün kısası, nefes alışın bile izleniyor Selim.
17 Mart 2015 Salı
Götürün memura paraf etsin,getirin şefe imza etsin.Dilekçeye kağıtlar eklenmeye başlar .Kağıtlar birbirine iğnelenir,her memur kendi kağıdını eklemeden önce iğneyi çıkarır,yeni iğneyi başka bir yere takar.Kağıtlarda delik sayısı artmaya başlar .Bazı memurlar iğneyi çıkartmaya üşenir;kendi kağıdını ayrı bir iğneyle takar.İğne sayısı artmaya başlar .Bir başkası kağıtlar kabardı der :bir ataş takar.Her memur bir paraf bir damga bir tarihle kağıtları süsler.
Uzun uzun, tarih ve numarayı inceliyor. Sanki hayatında tarih ve numarayı ilk defa görüyor. Selim olsa, bir cinayet çıkardı. Budist olacaksın: ağaç, taş, bu münasebetsiz memur ve Turgut Özben. Kaynaşıp gideceksin. İşi cahilliğe vuruyor. Böylece hem zaman kazanıyor, hem de sabrımı deniyor. Sonra saf saf başını kaldıracak, ben bundan hiçbir şey anlamadım, diyecek. Cahilliğine aldanmayacaksın, hemen atılıp anlatmaya kalkmayacaksın. Öyle bir anlamıştır ki küçük ve önemsiz bir yanlışını yakalayıverir senin. Bilgisizliğini yüzüne vurur. Küçümser seni. Çileden çıkarmaya çalışır. Bu kadar okumuş, tahsil görmüş, daha bir dilekçenin nasıl yazıldığını bilmiyor, der bakışlarıyla. Masasının gözünden talimatnameler, nizamnameler, kanunlar çıkarır. Maddeler denizinde boğar seni. Bir işin nasıl yapılacağından çok nasıl yapılmayacağını gayet iyi bilir. Gerçek olumsuzluğun sultanıdır. Canım benim!
20 Şubat 2015 Cuma
Delice bir şey yap diye bağırıyorlar vızıltılı seslerle. Eşya sana karşı mı geliyor, kır onu! Sana boyun eğmeyen otlara vur tekmeyi! Her şeyi parçala. ( Kafanın huzuru için yap bunu, kafanın huzuru için yap.) Durmadan başını salla iyi gelir ,iyi gelir.Hepsi birden başını sallıyor.(denge için denge için)
19 Şubat 2015 Perşembe
Yalnız acele etme acele etme. Hemen sokağa çıkma.Seni bekleyen tehlikeleri biliyor musun.Yolda kendini koru,durup dururken sana bakanlara aldırma.(Kendini ele verirsin sonra) Hepsi delidir dikkatli ol.Kimseye belli etmeden yavaşça evine doğru yürü, sonra birden kapıdan giriver.Yoksa bütün emeklerin boşa gider seni birden yakalar.Ne yakalar .Bilmiyoruz; fakat hiç belli olmaz.
14 Ocak 2015 Çarşamba
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Bakkala gidiyordum. Sevgi’yle benim bakkalıma mı? Yoksa bakkal Rıza’ya mı? Bakkallar da hep birbirlerine benzerler. Ne yapıyorsun? dedi Sev...
-
Size bu akşamı hazırladım ayıp mı oldu dersiniz şu küçük yağmuru kirpiklerinizde parlayan iki üç ağaç buldum getirdim / ıhlamur ağaçları ...
-
Nasıl bu duruma geldik Selim? Bir arada olmanın kaçınılmazlığından başka bir neden yok muydu bizi yaklaştıran ? Aramızdaki boşluğu nasıl do...
-
'' Kötülüğe karşı direnmeyeceksin'' sözünden büyük bir ferahlık duyuyorum.İnsana gerçek hürriyeti bu '' direnmek ...