20 Ağustos 2015 Perşembe

Selim, insanın yaratıcı hayal gücünü öldürüyordu. Kambur duruşu, dağınık saçları ve ütüsüz elbisesiyle Selim, insanı can sıkıntısı ve ümitsizliğe sürüklüyordu. İnsan ona bakınca, gerçi bir süre
kendinden memnun oluyordu; fakat sonunda canı sıkılıyordu.Selim de can sıkıcı ve hayal kırıcı görünüşünün, insana yeni heyecanlar ilham etmeyen pısırıklığının farkındaydı.Her gece yatakta bu durumdan kurtulmak için Allah’a yalvarıyordu:omuzları biraz daha genişleyemez miydi? Gittiği partilerde bir kenarda oturup surat asmamak için acaba onadans öğretilemez miydi? Allah, Selim’e dans öğretmeye pek niyetli görünmüyordu. Her şeye kadir  olduğu halde böyle küçük işlerde bile kullarına yardım etmiyordu. Üstelik bu işlere Metin’i memur ediyordu ve Metin de Selim’in beceriksizliğiyle alay ediyordu: Selim’in hiçbir şey öğrenemeyeceğini söyleyerek gülüyordu. Selim ise, kendini Metin’e beğendirmek için çırpınıyordu. Bir yandan da Allah’a başvurmayı ihmal etmiyordu: çok zayıftı, biraz daha kuvvetlenemez miydi? Metin, izci takımında trampet çalıyordu, Selimde trampet bölüğüne alınamaz mıydı? Allah susuyordu.

Hiç yorum yok:

 Bakkala gidiyordum. Sevgi’yle benim bakkalıma mı? Yoksa bakkal Rıza’ya mı? Bakkallar da hep birbirlerine benzerler. Ne yapıyorsun? dedi Sev...