Aman elini unutma, elinden bir kaza çıkmasın. Bir de ne olur, kelimelere dikkat et, yalvarırım kelimeleri unutma!
3 Aralık 2014 Çarşamba
Sana bir dost gibi açılabilirim Selimciğim: dün gece sinüs ve kosinüs münasebetleri yüzünden gözüme uyku girmedi.”Selim: “Daha baştan, ciddiyetten uzaklaştığınızın zapta geçirilmesini istiyorum. Hangi münasebetten bahsediyorsun? Sinüsle kosinüs arasındaki münasebetten mi?”Turgut: “Hayır, onlarla benim aramdaki münasebetten.Acaba sinüsü mü yoksa kosinüsü mü daha çok seviyorum diye öyle bir açmaza düştüm ki, sonunda ikisinin de karesini aldım; gene bir neticeye varamadım.
“Evet! Diyorum ki; meselelerimizi çözmek için edebi değilteknik bir üslup seçersek, kendimize verdiğimiz serbestliği iyi kullanmış oluruz ve demokrasi gibi bunu da kendimize benzetmeyiz. Teknik bir üslup seçmeliyiz; çünkü bizler teknisyeniz. Duygularını ifade edebilmek için bakkal,bakkal gibi, bahçıvan da bahçıvan gibi düşünebilseler; kendilerine yakışacak bir ifade coşkunluğuna kavuşacak zamanı bulabilselerdi; bütün şehir, gereksiz edebiyattan temizlenmiş olurdu. Yazık ki her zaman birinci sınıf bir bakkal, dördüncü sınıf bir edebiyatçının üslubuna özendiği için, onu kullanmak zorunda kaldığı için, edebiyatçılar tarafından edebi bakımdan hor görülmektedir. Biz, yani bu dünyanın iki sahibi sen ve ben, bu oyuna gelmeyecek kadar yeterliyiz. Birinci sınıf matematikçi olmak yolunda bulunan bu iki müstesna genç, lisede matematikten belge almış bir edebiyatçının hakimiyetine boyun eğemez. Napolyon gibi gururla söyleyebiliriz:‘Bizim asaletimiz, bizimle başlar.’
23 Eylül 2014 Salı
15 Eylül 2014 Pazartesi
`` Bu hayatta hiç kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı. Biri için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı. İsa çevresindeki mezarlara baktı ve iyi ki ölüyorlar, dedi içinden. İnsanoğlunun, hak ettiği için öldüğüne o gün inandı. Ölene kadar da başka bir şeye inanmadı.``
14 Eylül 2014 Pazar
11 Eylül 2014 Perşembe
Acaba ağaçtan, ottan ya da uçamayan böceklerden filan bir yerden sevmeye başlamış mıydım? Bir yerden sevmeye devam edebilir miydim? Çünkü sevmek, yarıda kalan bir kitaba devam etmek gibi kolay bir iş değildi. Ya hiç sevmemişsem bugüne kadar? Bir kitaba yeniden başlamak gibi, sevmeye yeniden başlamak pek kolay sayılmazdı herhalde.
“Ne var ki, dünyada “sizi anlıyorum” gözlerinin sahteleri türemişti; gerçeği sahteden ayırmak çok zordu. “Sizi-anlıyorum konuşmanıza- ihtiyaç yok” ya da “siz-onlara-bakmayın-yalnız-gözlerime-inanın” bakışlarını çoğu aslında “bugünü-geçirmek-için-birine ihtiyacım-var” kalıbından ibaretti. İnsanın, böyle sahtekarları görünce, başı ağrıyordu.”
10 Eylül 2014 Çarşamba
Hücreler bütün güçleriyle, dış etkenlere karşı koyar ve vücuda girmek isteyen yabancı unsurları dışarı atmaya çalışırken değişebileceğini, onların bu kör inadını yenebileceğini düşünmek, insan için ne kadar zordu. Değişmek,kendine yabancılaşmak demekti. Dişimdeki küçük bir oyuğun içine giren bir yemek artığına, dilim ne kadar şiddetle saldırıyor, o küçük oyuğa giremeyeceğini bildiği halde,bütün yumuşaklığıyla kendini katı duvarlara vuruyor.Barınamazsın o kovukta yabancı, diyor. Tükürük bezleri, o küçük parçayı eritmek, boğmak için seller akıtıyor; dil, bir yılan gibi tekrar saldırıyor, küçük bir gedik bulup dalmaya çalışıyor. Boğazım yutkunuyor: büyük anaforlar yaratıp yutmak istiyor bu bilinçsiz küçük parçayı. Hepsi el birliğiyle uğraşıyorlar, kendilerini harap ediyorlar. Dilin ucu parçalanıyor,boğaz kuruyor. Amaç, canlının bütünlüğünü korumak,değişmesini önlemek. Yeni olan her şeye isyan ediyor vücut: dünyanın en rahat yatağında ilk yattığı gece uyuyamıyor.Beyin, vücudun o korkunç diktatörü de, tutucu bir derebeyi aslında. Gene de vücut kadar geleneklerine bağlı değil. Bazen vücudu, yeni maceralara, bilinmeyen yaşantılara sürüklemek istiyor ve cahil hücrelerin kör başkaldırmasıyla karşılaşıyor. Emirlerini dinlemiyorlar yöneticinin ayaklanıyorlar.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks’tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray’lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry’liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..
Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: “Buraya kadar!” dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin. Üstelik, “daha önce haber vermiştik” derler. “Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. Yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik.”
Yaylı kapıyı iterek geçti. Burnuna hafif küflü ve keskin bir kitap kokusu geldi. Kitapçı dükkânlarının özel bir kokusu vardır Olric: nevi şahsına münhasır derler eskiler, işte ondan. Kasada duran genç adam başını kaldırdı ve gülümsedi.
Taşra usulü bıyık bırakmış kibar bir adam. Kitapçı olabilir: bu sıfata uygun bir adam. Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric.
Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel bir itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgileri olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler.
Bana kalırsa, bir “kitapları koruma derneği” kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli. Herkes bu işi yapamaz.
Bazı zalim insanlar, binbir itinayla hazırlanan o çiçek gibi kitapları alırlar, hiçbir koruyucu tabakaya sarmadan, evet olduğu gi-bi, üst üste koyarlar; sonra kalın ve çirkin bir iple bağlarlar.
Zavallı kitapların, özellikle en üstte ve en altta kalanları, bu işlem sırasında kurban edilirler: kapaklarının üstünde haç biçimi yaralar meydana gelir. Kaba taşıyıcılar da onları oradan oraya fırlatırlar. Lekeler ve buruşukluklar kitapları in-citir. Kapaklar, dizgiler, baskılar için gösterilen bunca itina-ya yazık olmaz mı?
Satıcılar da gelişigüzel dizerler onları: isimlerini bile öğrenmeden. Onlar için en iyi kitap, en çok satılan kitaptır. Müşterinin ne biçim bir insan olduğuna bakmadan, yalnız en çok satılan kitapları överler onlara.
Bu adamları bir imtihadan geçirerek yeterlik belgesi verilmeli Olric. Herkes kitap satamamalı. Cahil kitapçıların, iyi okuyucuları rahatsız etmelerine izin verilmemeli artık. İyi okuyucu az bulunan, ürkek bir kuş gibidir. Kapıdan girer girmez kaçırmamalı onları.
Bir zamanlar Selim, Balkanların ve Ortadoğu’nun en hassas okuyucusu olmakla övünürdü. Bu çeşit okuyucular, daha kapıdan içeri girer girmez sonsuz bir hürriyet havası duymalıdırlar.
Kitapları serbestçe koklayarak başıboş dolaşabilmelidirler. Oysa, bu cahil kitapçılar hemen yanına yaklaşır, tüyler ürpertici kitap adları sayarlar.
Kendi akıllarınca müşteriye yararlı olmak isterler.
Ne gibi bir kitap istediğinizi sorarlar size: polisiye bir şey mi olsun, yoksa bir aşk romanı mı? Bazı kitapları insanın burnuna sokarak, bunların çok tutulduğunu, herkesin satın aldığını söyleyerek baskı yaparlar. Oysa bu okuyucular, kaçmak için küçük bir bahaneye bakarlar: uçup giderler hemen.
Bu az bulunur kuşların çekingenliğini hep yanlış yorumlarlar aptal kitapçılar. İşte, derler, ne istediğini bilmeyen bir müşteri daha. “Aşkın Günahları”nı sattım gitti. Olmazsa, Gece Kokan Cinayet’i yuttururum. Bu “iyi” kitapları uzatmakla, zavallılara nasıl hakaret ettiklerini bilmezler. İnsan bazı kitapçıları kapıda görünce, onların bekleyişinden korkar da içeri adımını atamaz.
Bu adam onlara benzemiyor.
8 Eylül 2014 Pazartesi
7 Eylül 2014 Pazar
Turgut bana hep uyar....
BİR GÜN SABAH SABAH
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, sisler daha kalkmamıştır Haliç ten.
Vapur düdükleri ötmektedir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...
Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş-on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.
Şarkılar söylemişim pencereden.
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lüle taşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapancadan bir sepet elma almışım.
Ver elini haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafifden soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu.
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıkdır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç ten.
Fabrika düdükleri ötmektedir.
31 Ağustos 2014 Pazar
Bu hikayedeki kız benim....
Sen Murathansın büyük düşün...
- Yalnız biri olsun isterken, 'yalnız biri' oldum istemeden.
- Herkes içindir aşk da ayrılık da Yalnızca birkaç kişi ölür acıdan
- Ne zaman bir düş kursam, ertesi gün hayal kırıklarını topluyorum.
- Takvim düzeni herkes için aynı olsa da, zaman herkesin içinde başka türlü ilerler.
- Acı veriyorsa geçmiş; geçmemiş demektir...
30 Ağustos 2014 Cumartesi
Bu hallerim hep senin yüzünden Murathan...Bizi aşka inandırdın sonra çekip gittin.
Ömer'den sonra küçük ağabeyim Halil'i de evlendirdi annem.Halil askerden dönünce hemen bir kız buldular ona.Halil de buldukları kızı gördü, beğendi,sevdi,anlaştılar,evlendiler.Hepsi bu kadardı işte.Namuslu eli yüzü düzgün ,dikiş nakış biliyor, ev işlerinde de hamarat,daha ne istesinlermiş Allahtan? Askerden dönünce hemen nişanladılar .Nişan ile nikah arasını uzatmak iyi değildir dediler ; evlendirdiler, düğünlerinde limonata,kurupasta ve komparsita vardı.Her şey hüzünlü acıklı ve yapmacıktı.(Zaten her düğünde biraz hüzün vardır)Ağabeyime siyah simokin kiraladık,gelinlik de kiralıktı,düğün salonun da kiralıktı,evleri de kiralıktı,hayatları da kendileri de kiralıktı.Ama onlar hiçbir şeyin farkında değillerdi.Hayat onlara yetiyordu, bana ne oluyordu peki?
29 Ağustos 2014 Cuma
Allahından, kitabından bulsun kim kimin hayalini, neşesini çalıp gittiyse.
Hayat =Engin Altan Düzyatan
Ben=Özge Özpirinççi
öyle bir sevdim ki müjgan’ı,
dünyamı şaşırdım, haddimi bilemedim,
evleniriz gibi geldi bana.
evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar,
fakir soframız kurulur gibi geldi.
sahil bahçesinde gazoz içerekten
gizli gizli mal-ü hülya kurardık.
sonra da çarşılara giderdik.
eşya beğenirdik elden düşme;
aynalı konsolumuz
topuzlu karyolamız bile olacaktı.
müjgan’ın her an her bi daim
yanında olacaktım
ama olmadı gitti.
nereye mi ?
paraya gitti abicim paraya
nasılda sevmiştim yıllarca ben seni
her akşam bekledim yollarını
elbet bir gün biz yuva kurarız derken
duydum evlenmişsin sen zengin bir gençle
zengin olsaydım sensiz kalmazdım
her an düşünüp seni hiç ağlamazdım
param olsaydı aşkım kalırdın
seve seve yanımda benimle yaşardın
nikah resimlerimizi de çektirdiydik.
sonra karpuzcu raşit ağabeyinin
kayınbiraderine borç ederekten
nişan yüzüklerimizi de yaptırmıştık.
ama müjgan takmadı bunu
takamadı uçuverdi elimden.
meğer gizlice altın bir kafes bulmuş kendine.
müjgan’ın gelinliğini hususi diktirmişler,
benim gibi kiralık tel duvak
almaya kalkışmamışlar yani
öyle sevindim ki.
mesut ve bahtiyar olsun diye
dualar ettim her gece
sonramı ne oldu
müjgan gibi ben de
birbirimize ettiğimiz sözleri
ettiğimiz yeminleri unuttum.
bir daha mahalleye gelmedi müjgan, gelemedi.
bizim dar ve eski sokaklara otomobili
sığmıyormuş dediler.
senede birkaç ay zaten avrupa’daymış dediler.
"zaman şifalı bir ilaçtır unutursun dediler,
unuttum bende unuttum
hiç aklıma gelmedi.
hatırlamıyorum müjgan’ı
hatırlamıyorum şimdi
bu şiiri de ben yazmadım zaten
unuttum abi bende unuttum
hatırlamıyorum şimdi
müjganın gözleri ne renkti"
sadri alışık
dünyamı şaşırdım, haddimi bilemedim,
evleniriz gibi geldi bana.
evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar,
fakir soframız kurulur gibi geldi.
sahil bahçesinde gazoz içerekten
gizli gizli mal-ü hülya kurardık.
sonra da çarşılara giderdik.
eşya beğenirdik elden düşme;
aynalı konsolumuz
topuzlu karyolamız bile olacaktı.
müjgan’ın her an her bi daim
yanında olacaktım
ama olmadı gitti.
nereye mi ?
paraya gitti abicim paraya
nasılda sevmiştim yıllarca ben seni
her akşam bekledim yollarını
elbet bir gün biz yuva kurarız derken
duydum evlenmişsin sen zengin bir gençle
zengin olsaydım sensiz kalmazdım
her an düşünüp seni hiç ağlamazdım
param olsaydı aşkım kalırdın
seve seve yanımda benimle yaşardın
nikah resimlerimizi de çektirdiydik.
sonra karpuzcu raşit ağabeyinin
kayınbiraderine borç ederekten
nişan yüzüklerimizi de yaptırmıştık.
ama müjgan takmadı bunu
takamadı uçuverdi elimden.
meğer gizlice altın bir kafes bulmuş kendine.
müjgan’ın gelinliğini hususi diktirmişler,
benim gibi kiralık tel duvak
almaya kalkışmamışlar yani
öyle sevindim ki.
mesut ve bahtiyar olsun diye
dualar ettim her gece
sonramı ne oldu
müjgan gibi ben de
birbirimize ettiğimiz sözleri
ettiğimiz yeminleri unuttum.
bir daha mahalleye gelmedi müjgan, gelemedi.
bizim dar ve eski sokaklara otomobili
sığmıyormuş dediler.
senede birkaç ay zaten avrupa’daymış dediler.
"zaman şifalı bir ilaçtır unutursun dediler,
unuttum bende unuttum
hiç aklıma gelmedi.
hatırlamıyorum müjgan’ı
hatırlamıyorum şimdi
bu şiiri de ben yazmadım zaten
unuttum abi bende unuttum
hatırlamıyorum şimdi
müjganın gözleri ne renkti"
sadri alışık
28 Ağustos 2014 Perşembe
İnsan ayrılınca değil, yeniden kavuşma ihtimalleri tükenince yıkılır. O zaman hayat son zerresine kadar kocaman bir can sıkıntısına dönüşür. Sanki son vapuru kaçırmışsın da bir adada mahsur kalmışsın, güneş ağır ağır batarken sonraki vapurun hiç gelmeyeceğini söylemişler sana, bunun can sıkıcı bir şaka olmadığını, gerçek olduğunu söylemişler. Buydu vaziyetim. Beni o kış bir kişi terk edip gitmişti ama sanki iki yüz elli kişi terk edip gitmiş gibi hissetmiştim.
Emrah Serbes
Emrah Serbes
Deliduman
İnsanın hayatında öyle bir an gelir ki önünde uzayıp giden karanlık yolda ilerlemekten başka çaresi kalmaz, geri adım atamayacak kadar yorgundur çünkü ve yerinde duramayacak kadar da yıkkın. Hayatta çoğu zaman asıl ihtiyacımız olan şey de budur işte; sağlam kalan parçalarımızı toplayıp kör karanlıkta yolumuza devam etmek.
Emrah Serbes
Emrah Serbes
27 Ağustos 2014 Çarşamba
25 Ağustos 2014 Pazartesi
22 Ağustos 2014 Cuma
7 Ağustos 2014 Perşembe
Sevgili İSA,
Bütün olanlar için özür dilerim.Kabahatin bende olduğunu biliyorum.Günlerdir durmadan seni düşünüyorum.Kitabını elimden bırakmıyorum.Bütün meselelerde sen haklısın.Bütün düşündüklerimi ,seninle birlikte olduğumuz gün bilseydim, her şey başka türlü olurdu.Fakat ,göreceksin, bir daha buluşursak nasıl istediğin gibi bir adam olacağım.O kadar değiştim ki beni tanıyamayacaksın.Çarşamba günü annemler evde yoklar.Gelebilirsen rahat rahat konuşuruz. Seni seven Selim
İsa gelmedi.
20 Temmuz 2014 Pazar
14 Temmuz 2014 Pazartesi
Eve gittikten bir yarım saat kadar sonra kapı çaldı. Koşarak gittim, kapıyı açtım. Şefika gelecek, “Ben vazgeçtim, fakirlik daha güzel, yaşamak istemiyorum ben o insanlarla,” diyecek diye ümitlenerek. Evrenos’tu gelen, ağlamaktan bir başkasının yüzüne dönmüş yüzümü görünce hiçbir şey demeden dönüp arkasını gitti bir süre baktıktan sonra. “Akşam maçı sizde seyredelim mi?” diyecekti, biliyorum. Demedi. Ürktü halimden. Akşam babamla, Şefika’sız, bir suç işler gibi izledik final maçını, cenaze yorgunu boynu bükük evimizin balkonunda. Klinsmann, Arjantinli Monzon’u oyundan attırınca dağıldı Arjantin. Bir de üstüne Rudi Völler kendini yere atıp yalandan bir penaltı kazandırdı takımına. O penaltıyla şampiyonluktan etti Arjantin’i Almanya. Hep Klinsmann’ın yüzünden.
27 Haziran 2014 Cuma
Beklerken bir kaç saat geçti. Yanımdan üç beş otobüs, beş on kedi, yirmi otuz insan geçti. Parkın üzerinden siyahın bir sürü tonu geçti. Sıkılıp eve döndüm, kumanadaya gitti elim, ekrandan peş peşe programlar geçti. Önümden elinde çay bardağıyla annem geçti. Uzaktan trenler geçti. İçimden kısık sesle söylenen şarkılar geçti. Hatta bir ara içim geçti. Beklerken bir sürü şey geçti, zaman bir türlü geçmedi..
Ali Lidar
Yirmi yıl önce, dünyayı değiştirebileceğimi zannederdim. On yıl önce dünyanın buna değmeyeceğine, çevremi ve kendimi değiştirmemin yeterli olacağına inandım. Bir kaç yıl önce de iyice hedef küçültüp, sadece kendimi değiştirebilmek için harcamaya başladım bütün enerjimi.. Şimdi ise çoraplarımı değiştirmeye bile üşeniyorum. Bok yesin her şey değişir diyen filozof. Ne dünya, ne insanlar, ne çekilen acılar değişiyor. Sadece rüya görüyor ve umutsuzca uyanacağımız anı bekliyoruz.. Bir meyhane sandalyesi ya da onkoloji kliniği ya da rahat ev yatağı, ne fark eder? O kadar uzak ki aslında herkes herkese, yan yana olsak bile dokunamıyoruz birbirimize.
Ali Lidar
Ali Lidar
15 Haziran 2014 Pazar
8 Haziran 2014 Pazar
"Yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyaların bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. eşya bile… Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan… Zavallı mürahik… Nüzhet bana yalan söyledi."
– Peyami Safa
20 Şubat 2014 Perşembe
"Gideni bekleyenin aklına tükürsünler. Evini barkını, onun çıktığı gün açılmış bir müze gibi, hiçbir şeye dokunmadan bekleten, bir sürü çeri çöpü hatıradır deyip tutan, etrafta olanı biteni bile bir gün ona anlatılacakmış gibi biriktiren mutsuzun başını kara kuzgunlar didiklesin. Kim giderken bakmış arkasına ki? Neyin nesi bu manasız bekleyiş? Hem baksa ne, dönse ne? bir düşün bak, dönse ya hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ya da her şey o kadar eskisi gibi olacak ki, işte o hiç olmayacak.
Bekleme. Kimse, “pişman olup da bir gün” dönmez sana geri. Dışarı çık, temiz havayla yıka ciğerlerini, çünkü bunca zamandır katran soluyorum sanıp acıyorsun kendine. Parklara git. Bak altın renkli köpekler nasıl da birbirlerine gülümseyerek oyunlar oynuyorlar birbirlerinin sallanan kuyrukları peşinde. Bak tepesi mora, laciverde boyalı balonlarının uçuverişine nasıl sevinçle şaşırıyor dişsiz, kuyu ağızlarıyla yeni ayaklanmış bebekler. Bisikletlerin tekerlekleri nasıl gamsız dönüyor, yol hiç bitmeyecekmiş gibi, ki bitmez. Ağaçlar ne ulu, gölgeler ne sakin, havuzlar ne dalgın, yollar ne vırt, kaldırımlar ne zırt…
Sevgiler sonsuz olunca zaman geçmek bilmez, biliyorum. bunda haklısın da. Ama dönmeyecek işte. Haybeye bekleme diye diyorum. Dönecek insan niye gitsin bir kere. Eskiler yalan söylemiş, kimseye açılmaz öyle gönül kapısı sonuna kadar. Çalmadan girilen kapı mı kaldı, apartmanlarda, sitelerde oturuyoruz artık hepimiz. Kim o, demeden açma.
Ama yok, ben beklerim, diyorsan da yapacak bir şey yok. Çalmadan girip girip çıkarlar içeri. Aklına tüküreyim senin ben."
Bekleme. Kimse, “pişman olup da bir gün” dönmez sana geri. Dışarı çık, temiz havayla yıka ciğerlerini, çünkü bunca zamandır katran soluyorum sanıp acıyorsun kendine. Parklara git. Bak altın renkli köpekler nasıl da birbirlerine gülümseyerek oyunlar oynuyorlar birbirlerinin sallanan kuyrukları peşinde. Bak tepesi mora, laciverde boyalı balonlarının uçuverişine nasıl sevinçle şaşırıyor dişsiz, kuyu ağızlarıyla yeni ayaklanmış bebekler. Bisikletlerin tekerlekleri nasıl gamsız dönüyor, yol hiç bitmeyecekmiş gibi, ki bitmez. Ağaçlar ne ulu, gölgeler ne sakin, havuzlar ne dalgın, yollar ne vırt, kaldırımlar ne zırt…
Sevgiler sonsuz olunca zaman geçmek bilmez, biliyorum. bunda haklısın da. Ama dönmeyecek işte. Haybeye bekleme diye diyorum. Dönecek insan niye gitsin bir kere. Eskiler yalan söylemiş, kimseye açılmaz öyle gönül kapısı sonuna kadar. Çalmadan girilen kapı mı kaldı, apartmanlarda, sitelerde oturuyoruz artık hepimiz. Kim o, demeden açma.
Ama yok, ben beklerim, diyorsan da yapacak bir şey yok. Çalmadan girip girip çıkarlar içeri. Aklına tüküreyim senin ben."
8 Ocak 2014 Çarşamba
Alengirli Şiiir
“Bir gün yollar ayrılır, insan son defa konuştuklarını, birbirlerini son defa gördüklerini bilmez. Ondan sonraki buluşmalar birer yabancılıktır. Buluşmalar sonra karşılaşmalar olup çıkar. Sonra her şey seyrelir. Anıların sızısı arada bir yüreği yoklar, ama sadece arada bir. Bazen bir mekan, bir fotoğraf, bazen küçücük bir eşya; yolda, caddede, onca kalabalık, onca taşıt, uzaktan görürsünüz, eşya, görüntü, mekan, hepsi dirilir, ama nasıl da yabancılıktır, nasıl da geçip gitmişlik!”
Selim İleri
Selim İleri
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Bakkala gidiyordum. Sevgi’yle benim bakkalıma mı? Yoksa bakkal Rıza’ya mı? Bakkallar da hep birbirlerine benzerler. Ne yapıyorsun? dedi Sev...
-
Size bu akşamı hazırladım ayıp mı oldu dersiniz şu küçük yağmuru kirpiklerinizde parlayan iki üç ağaç buldum getirdim / ıhlamur ağaçları ...
-
Nasıl bu duruma geldik Selim? Bir arada olmanın kaçınılmazlığından başka bir neden yok muydu bizi yaklaştıran ? Aramızdaki boşluğu nasıl do...
-
'' Kötülüğe karşı direnmeyeceksin'' sözünden büyük bir ferahlık duyuyorum.İnsana gerçek hürriyeti bu '' direnmek ...